Bir insan güneşin doğduğunu ve sabahın olduğunu kendisi deneyimlediği için bilir veya yağmurun altında kalınca ıslanacağını da. Buna inanması gerekmez.
Bu yüzden hiç kimse sabah olduğuna inanıyorum ya da yağmurda ıslanacağıma inanıyorum demez. Bu konuda hiç şüphe duymaz çünkü deneyimlemiştir ve onu bilir.
Bu durumda deneyimden doğan bilgi inancın yerine geçer ve inanmaya gerek kalmaz. Oysa ki deneyim ve bilgi olmadığı zaman inanca ihtiyaç duyulur. Bilgi ve deneyim yoksa birey, etrafına inançtan bir duvar örer. Çünkü kendini korumaya almak ister.
Bilgi ve deneyim sahibi insan kendisini korumaya ihtiyaç duymaz ve koruma amacıyla katılaşmaz, fanatikleşmez. İnancı korumaya çalışmak beraberinde katılaşmayı da getirir.
Körü körüne inanan kişilerin zekâsı uyanmamıştır, bu yüzden de sorgulamaz ve araştırmaz. Kendisini kapatır, arayış içinde olmaz. Çünkü o gerçeği değil, güveni arar ve inanç ona güven verir. Bu yüzden insanlar, kendilerini güvende hissetmek için inanca yapışır ve onu ölesiye savunur.
Zeki insan ön yargısızdır ve açıkça “bilmiyorum” diyebilir, sorular sorar. O hiçbir inanca yapışmaz.
Aslında gerçeği bulmak için birey bilmeme aşamasından işe başlamalıdır. Önce kendisine bilmediğini itiraf etmeli sonra da sorgulamalı, araştırmalı ve doğru cevabı bulmak için çaba göstermelidir.
Bu çabaların başarılı olması için zihin tıka basa dolu çöp kutusu gibi değil, tertemiz bir ayna gibi olmalıdır ki gerçeği yansıtabilsin. Ama bir inanca yapışmak kolay, gerçeği arayıp bulmak ise zahmetli bir iştir. Kimse bununla uğraşmak istemez ve hazıra konmayı tercih eder. Küresel toplumun çoğunluğu bu durumdadır maalesef.
Dünya Değişim Akademisi çok önemli bir değişim programı sunuyor bizlere: “Zekâyı Uyandırma Sanatı”. Bu değişim programı ile zekâyı tanıyacağız, uyandıracağız ve sürekli zekâyı uyanık tutmayı öğreneceğiz. Zekâ zihinden daha üstün bir seviyedir ve ayıt etme, karar verme ve verilen kararları uygulama iradesini de kapsar. Zekâ düzeyinde yaşayan birey her anı doya doya yaşayabilir.