Bozkurt-Lotus davası, uluslararası hukuk tarihinde derin izler bırakan ve devletlerin açık denizlerdeki yargı yetkilerini sorgulayan bir vakadır. 1926 yılında Ege Denizi'nde meydana gelen bir gemi kazasının ardından başlayan bu dava, Türkiye'nin ve Fransa'nın egemenlik hakları ve uluslararası hukukun sınırları üzerine önemli tartışmaları gündeme getirmiştir. Bu olay, sadece iki ülke arasındaki bir anlaşmazlık değil, aynı zamanda uluslararası hukuk prensiplerinin yeniden değerlendirilmesine neden olmuştur. Türkiye'nin, kazada ölen vatandaşlarının hakkını aramak için kaptan Demons'u tutuklamasıyla başlayan süreç, devletlerin denizlerdeki egemenlik haklarının sınırlarını nasıl çizeceğimiz konusunda bize ne anlatıyor? Uluslararası Adalet Divanı'nın verdiği karar, günümüz deniz hukukunu nasıl şekillendirdi? Bozkurt-Lotus davası üzerinden bu soruların peşine düşeceğiz.
Bozkurt-Lotus Davası
2 Ağustos 1926 tarihinde, Ege Denizi'nin Midilli açıklarında Türk vapuru Bozkurt ile Fransız gemisi Lotus'un çarpışması sonucu 8 Türk vatandaşı hayatını kaybetti. Bu trajik olayın ardından Bozkurt'un kaptanı ve Lotus'un nöbetçi kaptanı Demons, Türkiye tarafından İstanbul'da tutuklandı. Bu tutuklama, iki ülke arasında uluslararası boyutta bir hukuk mücadelesine yol açtı.
Davayı Tetikleyen Süreç
Fransa, kaptanının Türkiye tarafından tutuklanmasına itiraz ederek, bu tutuklamanın uluslararası hukuka aykırı olduğunu öne sürdü ve konuyu Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanı'na taşıdı. Türkiye adına davayı savunan Mahmut Esat, 1934 yılında Soyadı Kanunu ile "Bozkurt" soyadını aldı. Esat, davayı kazanarak Türkiye'nin haklılığını kanıtladı.
Mahmut Esat, dava öncesindeki süreci şöyle anlatır:
"Atatürk ve İnönü beni çağırarak meseleyi bir kez daha izah etmemi istediler. Anlattıktan sonra şöyle dedim: 'Paşam, Lahey Adalet Divanı'na gidelim, kimin haklı olduğu ortaya çıksın. Hakkımızdan eminim. Davamızı ben savunayım, kaybedersem bir daha memlekete dönmem. Ama kazanacağız. Fransızların tehditlerine boyun eğmektense, uluslararası bir mahkemenin kararına uymak daha onurludur.' Atatürk, 'Güle güle git, kazanacaksın. Kazanmasan da memleket seni bağrına basacaktır' dedi."
Lotus Prensibi
Fransa, açık denizlerde işlenen suçlarda yalnızca geminin bağlı olduğu devletin kovuşturma hakkı olduğunu savundu. Ancak, Uluslararası Adalet Divanı, bu kuralın zorunlu ve kesin olmadığını belirtti. Suçun etkisinin Türk gemisinde görülmesi nedeniyle Türkiye'nin olayla ilgilenme hakkı bulunduğunu kabul etti ve Fransız kaptanı hakkında kovuşturma yapmanın uluslararası hukuka aykırı olmadığına karar verdi. Bu karar, literatüre "Lotus Prensibi" olarak geçti ve "açık denizlerin serbestliği ilkesi" adı altında 1958 tarihli "Cenevre Açık Deniz Sözleşmesi"nde tüm ülkeler için kural haline getirildi.
Bu dava, uluslararası hukukta önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilir ve devletlerin denizlerdeki yargı yetkileri konusunda emsal teşkil eder