Puzzel parçası olmak!
Ferit Reyhan Sümer
İstanbul’la birlikte yeni bir güne uyanırken, güneş yüzünü geç göstererek, narin ışığının eşliğinde sonbaharın geldiğini haber veriyordu.
Balkonda sabah demlenmiş çayı, yeni doğan güneşin ve hafif yağan yağmur eşliğinde yudumlayıp, İstanbul sabahının güzelliğinin ihtişamını (trafik keşmekeşi henüz başlamadan) seyre koyuldum.
Erkenden uyanan insanların, rızıklarını kazanmak için, yarı uykulu mahmur gözlerle, hızlı adımlarla iş yerlerine doğru yola koyulduklarını ve geceleyin kursakları boşalan çeşitli kuşların da günlük rızıklarının peşinde kanat çırpışlarını, cama vuran yağmur damlalarının çıkarttığı müzik eşliğinde hayranlıkla izledim.
Yağmur, fasılalarla hızlanarak şehirde yasayan insanların kirlettiği sokakları temizliyor, mazgal kapaklarına yığılan çeşitli atık madde parçacıkları, bizlerin İstanbul şehrini nasıl ve vahşice katlettiğimizi gösteriyordu. Tıkalı mazgallar, atalarımızın söylemiş olduğu (su akar mecraını bulur!) sözünü kulak arkası edenleri silkeleyerek aklını başına getirecek şekilde yolları küçük bir akarsuya çeviriyordu.
Öğlene doğru yağmurun durmasıyla; Üsküdar`dan Marmaray’ı kullanarak boğazın serin sularının altından Sirkeci’ye 10 dakika gibi kısa bir sürede ulaştım. Kısa süren yolculuk esnasında; daha önceleri Vapurla Üsküdar’dan Eminönü’ne oradan Sirkeci’ye geçişin meşakkatli olmasına rağmen, Boğaz hatları vapurunda İstanbul boğazının iki yakasının güzelliğini seyrederken içilen çayın, denizin kokusunu içine çekememenin hüznü bedenimi sardı.
Sirkeci İstasyonu’nun inşaatı sırasında ortaya çıkarılan, antik çağa ait kalıntıların resimlerini incelerken, İstanbul’daki tarihi eserlere karşı, başta Fethin şahidi Sur’a, çeşmelere, mezarlıklara, tarihi binalara nasıl acımasız ve saygısızca davrandığımıza bir kez daha şahit oldum. Velhasıl karmaşık duyguların benliğimde yarattığı fırtınanın eşliğinde Cağaloğlu yokuşunu kullanarak, şehrin herkes, bilhassa yabancı turistlerin uğramadan ülkelerine dönmedikleri, (Fatih Sultan Mehmet döneminde 1461 yılında inşa edilen) Kapalıçarşı’ya girmeden önce I. Mahmud tarafından (19 Ocak 1749) temeli atılan, kardeşi III. Osman tarafından (5 Aralık 1755) açılan, Nuruosmaniye Külliyesi Camii’ni ziyaret ettim.
Tarihin yaşayan birer belgesi olan bu tür yerleri görmek, bizlerin geçmişimizden kopmadan, geleceğimizi sağlam temeller üzerinde inşa etmemize yardımcı olduğu gibi, geçmişe saygı göstermemiz gerektiğini de gözler önüne seriyordu.
Türkiyemiz için çalışmış, bu uğurda terlerini, kanlarını akıtmış insanlarımızın çabalarını göz önünde bulundurarak, geçmişimize, kültürümüze, dilimize, inancımıza sahip, bize bizden başka kimsenin iyi niyetle yaklaşmayacağının bilincinde; ne idüğü belirsiz TV programları, sinema filmleri vesilesiyle toplum ahlakının, güzel Türkçemizin bozulmasına karşı duyarlı ve bilinçli bir şekilde üzerimize düşen görevi layıkıyla yapmamızın gerekli olduğunu anlatıyordu.
Fertlerin üzerlerine düşeni layıkıyla yapmalarını basit bir kaç örnekle açıklamak yararlı olacaktır.
Hepimizin bildiğinden ve severek, sabırla yaptığından emin olduğum, İngiliz John Spilsbury’nin 1767'de icat ettiği Puzzel oyununda parçalardan bir tanesi yerine konmaz veya başka bir parça bütünün içine yerleştirilmek istense de bütünlük sağlanamaz.
Günümüz insanı toplum içinde Puzzel parçası gibidir, mutlaka doğru yere yerleştirilmesi gerekir, kişi ya da kişiler, parçayı doğru olan bölge yerine, kendilerince uygun gördükleri yere yerleştirmek için uğraş içinde olabilir, hatta Puzzel’ı ( toplumu) tamamen dağıtmak isteyebilirler.
Puzzel parçaları doğru şekilde birbirine kenetlendiğinde ortaya çıkan sağlam tablo göz alıcı ihtişamıyla duvardaki yerini alırken, Türk insani olarak bize düşen görevin, birlikte Puzzel’lımızı yapmak için, doğru yerde doğru parçalarla bir arada sıkı sıkıya durmanın olduğu, zira ülkemizin bölünmez bütünlüğü doğrultusunda, terörü bitirmek, komsu ülkelerdeki olumsuzlukları gidermeye yönelik yapılan çalışmalar; bölgeden yaklaşık 11.000 km uzaktaki bir ülkenin güvenliğini tehdit ettiğini (!) ülkenin saygıdeğer başkanınca (!) İfade edilmesinin, en hafif tabiri ile abesle iştigal olduğunu düşünürken, Nuruosmaniye Külliyesi Camii’nin minaresinden yükselen ikindi ezanı sesiyle dalmış olduğum düşünce dünyasından sıyrıldım.
İstanbul’un bir başka güzel sonbahar gününün tadını çıkarmaya, Kapalıçarşı’nın ihtişamını gözlemlemeye devam ettim.
Yorumlar