Güneşin sıcaklığının eskisi kadar bizi sarmalamadığını hissedip, üstüne de naz yaparak yüzünü göstermediğinden aydınlanmamış güne başlamak için evden ayrılırken yanımıza almayı ihmal etmediğimiz şemsiyelerimiz, bizlere sonbaharda olduğumuzu hatırlatıyor. Kızaran yanaklarımız ve burnumuz, tabiattaki bazı canlıların kendilerini bir sonraki mevsime hazırladıklarının  habercisi olurken, bizler varacağımız yere bir an önce ulaşmak için koşar adımlarla ilerlerken, düşünce dünyamızda biraz sonra içecek olduğumuz bir bardak sıcak çayın, ıhlamurun ya da sıcak salebin içimizi ısıtmasının hayaliyle, yanaklarımızın ve burnumuzun üşümesine katlanmaya çalışırız. Güneşli günlerde sıklıkla yeşil tabiatin ihtişamlı güzelliğini gözlemleyip hayaller içinde dolaşmaya çıkıyor olsak da, sonbahar geldiğinde, dönemsel yaşamını tamamlayarak sararıp dökülen yaprakların üzerinde ayaklarımızı sürüyüp yürüyerek, çıkacak seslerin ve sarının alev kırmızı ile olan renk ahenginin bizlere sunacağı güzellikten uzak kalma pahasına uzak dururuz. Sonbaharda dalından koparak yere düşen yaprak için, 'görevini yapmıştı, ağaçtan sıkılmıştı, ağacı terk etti' der miyiz, biliyoruz ki yaprak yere düşmüş olsa da toprakla buluşarak başka bir şekilde tabiata fayda sağlayacak. Sonbaharın bir başka güzelliği, mevsimine uygun sebze ve meyvelerin bolca bulunmasi desek de, (doyumsuz insanın tabiatın dengesi bozma pahasına) seralarda üretilen bu mevsime ait olmayan çokça sebze ve meyveyi yılın her döneminde bulma imkanımız oluyor! (AVM'lerin sebze-meyve reyonları tıka basa dolu) Oluyor da, soba üzerinde çizip koyduğumuz kestanenin pişmesini heyecanla bekleme duygusu nerede!!! İnsan ömrü mevsimler gibidir, sevinçli olduğu günler ilk baharı, mutluluktan güldüğü günleri yaz, hayalleri yıkılmış, umudunu yitirdiği günler sonbahar, çaresizlikten tıkanıp kaldığı günler kış gibidir. Güzün yapraklar dökülüp, tabiat kendini yeni döneme hazırlamak için geri çekilse de hayatın bütün ihtişamı ile devam ettiğine şahit oluyoruz. İnsan hayatının güzü ölümü hatırlatması açısından önemli, "Her şey fâni dünya malı dünyada kalıcı" demek için geç kalınmamalı. Çaresizlik ve tıkanıklığın, bitişin günleri olan kışa gelmeden, sonbahar icin vuslat (Kavuşma) demek yerinde olur. Nasıl ki tabiat sonbaharda ölüp yok olmuyor ve kendini yeni bir başlangıç için  hazırlıyorsa, insan ömrünün sonbaharında vuslat hazırlığına girerek kendisini sonsuz hayatın başlangıç gününe hazırlıyor. Ölüm kaybolup gitmek değildir, "ölüm" Şeb-i Arus (Dügün gecesi Mevlana Celaleddin-i Rumi). Bizler bu arada firsat buldukça, ailemizin elbise dolabını gelecek kış mevsimine uygun elbiselerle donatıyoruz. Peki; ölüm sonrası hayat için dolabımız hazır mı!!! Güz mevsimi, gevşeyen aile bağlarının yeniden güç kazanması için bizlere büyük fırsat sunuyor, erken kararan ve soğuyan hava aile fertlerinin geç olmadan evde olmalarına zemin hazırlıyor. Aile olarak bu fırsatı iyi değerlendirelim, elimizden düşürmediğimiz telefonlarımızı eve girince kapatalım, ayrı ayrı yemek yemek yerine birlikte yemek yiyelim, televizyon karşısında saçma sapan, toplumumuzun aile yapısına aykırı dizileri seyretmek yerine, sobada olmasa da kestanemizi pişirelim, mısırımızı patlatıp, meyvalarımızı yerken, sanal alemde yapmaya çalıştığımız sohbet! (nasıl sohbetse!) yerine, aile içi sohbetle huzurlu günlerimizin sayısını artıralım. Sararan yapraklar tabiatı hüzünlendirse de, içimizde yanan hayat meşalesi sönmedikçe bizler mutlu olacağız Not: Havalar gelecek aylarda daha da soğuyacak, hani diyorum ki, acaba bizler çevremizden başlayarak durumu iyi olmayan ailelerden en az birinin çocuğunun kışlık giyim ihtiyacını karşılayabilir miyiz. Ne dersiniz!