Osmanlı’nın gölgelerde kalan manevi mimarlarından biri… Adını pek az kişi duymuş olsa da, onun öğrencileri ilim ve irfan yolunda büyük izler bıraktı. Şeyh Kutsi Hazretleri kimdi? Vefa Sultan’a rehberlik eden bu sır dolu şahsiyet hangi öğretileri aktardı?
Şeyh Kutsi Hazretleri kimdir?
Vefa Sultan olarak bilinen Muslihuddin Mustafa'nın hocası olan Abdüllatif b. Abdurrahman b. Ahmed el-Kudsî, 1384 yılında Kudüs’te doğmuştur. İbn Ganm ve İbn Benâne isimleriyle tanınan bir aileye mensuptur. İlk olarak medrese eğitimi alarak zahirî ilimleri öğrenmiş, bu dönemde zekâsı ve kabiliyetiyle hocalarının dikkatini çekmiştir. Daha sonra tasavvufa ilgi duyarak devrin önemli sufilerinden Şeyh Abdülaziz’e intisap etmiş ve ondan icazet almıştır.
Tasavvuf yolundaki ilerleyişi sırasında, hacca gitmek üzere Kudüs’ten geçen ve Zeyniyye tarikatının kurucusu olan Zeynüddin el-Hâfî ile tanışmıştır. Onu evinde misafir etmiş ve sohbetlerinden istifade etmiştir. Hâfî ile birlikte hacca gitmeyi arzulasa da, annesinin rahatsız olması nedeniyle bu isteği gerçekleşmemiştir. Ancak şeyhi, hac dönüşünde kendisini Horasan’a götürebileceğini belirtmiştir. Abdüllatif el-Kudsî, Horasan’a giderek burada Hâfî’nin rehberliğinde tekrar seyrüsülûk sürecine başlamıştır. Mürşidinin yönlendirmesiyle Câm şehrinde riyazet ve mücahedeye devam etmiş, Ahmed-i Nâmekî-yi Câmî’nin kabri yanında kırk günlük halvete girmiştir. Bu süreçte, şeyhiyle düzenli olarak mektuplaşmış ve onun manevi gelişimini takip etmesini sağlamıştır. Neticede, Zeynüddin el-Hâfî kendisine icazetname göndermiştir.
Abdüllatif el-Kudsî, daha sonra Kudüs’e dönmüş ve bir süre Şam’da kaldıktan sonra Konya’ya gitmiştir. Burada Sadreddin Konevî Zâviyesi’nde irşad faaliyetlerinde bulunmuştur. 1448 yılında Bursa’ya geçerek, 1449’da müridlerinden İranlı Hoca Bahşâyiş tarafından yaptırılan Zeyniyye Dergâhı’nda tasavvufî çalışmalarını sürdürmüştür. 1452 yılında vefat eden Abdüllatif el-Kudsî, Bursa’daki Zeynîler Camii’nin haziresine defnedilmiştir.
Şeyh Kudsî, tasavvufî anlayışını, mürşidi Zeynüddin el-Hâfî’nin çizgisinde sürdürmüş, özellikle vahdet-i vücûd konusunda ihtiyatlı bir dil kullanmış ve müridlerini bu konuda dikkatli olmaları hususunda uyarmıştır. Hem iman ve akide sahasında hem de irfan ve tarikat disiplinlerinde, şeriata aykırı gördüğü akımlara karşı mücadele etmiştir. Konya’da bulunduğu dönemde, Ehl-i sünnet dışı bazı fikirleri savunan Cüneyd-i Safevî ile fikir tartışmaları yapmış ve Karamanoğlu İbrahim Bey’e bir mektup yazarak, Cüneyd-i Safevî’nin sûfîlikten ziyade siyasî emeller peşinde koştuğunu belirtmiştir. Osmanlı topraklarında bâtıl mezhep ve tarikatların yayılmasına karşı devlet erkânının da desteklediği bir mücadele yürütmüştür.
Abdüllatif el-Kudsî’nin en önemli yönlerinden biri, Zeyniyye tarikatını Anadolu’ya getiren kişi olmasıdır. Her ne kadar Zeyniyye günümüze kadar ulaşmamışsa da, özellikle Şeyh Vefa döneminde en etkili tasavvufî mekteplerden biri haline gelmiştir. Bazı kaynaklarda Zeyniyye’nin Halvetiyye tarikatının bir kolu olduğu belirtilse de, icazetnameler incelendiğinde tarikatın aslında Sühreverdiyye’ye bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Kendisi birçok önemli sûfî yetiştirmiştir. Bunlar arasında, kendisinden sonra postnişin olan Taceddin İbrahim Karamanî, Muslihuddin Mustafa (Şeyh Vefa) ve Âşıkpaşazâde gibi isimler bulunmaktadır. Bazı eserlerde Molla Fenârî de onun müridi olarak gösterilse de, bu bilgi tartışmalıdır.
Abdüllatif el-Kudsî, hem zahirî hem de batınî ilimleri şahsında birleştirerek yalnızca dervişler üzerinde değil, dönemin önde gelen âlimleri üzerinde de büyük bir etki bırakmıştır. Bu yönüyle Osmanlı Devleti’nin dinî ve fikrî yapısının oluşumunda önemli bir rol oynayan isimlerden biri olarak kabul edilmektedir.