Türkiye'de tıbbi cihaz sektörü, yaklaşık 11 binden fazla firma ve 50 bin civarında çalışanıyla sağlık sisteminin önemli bir parçasını oluşturuyor. Ancak sektör, kamu ve üniversite hastanelerine tedarik ettiği cihaz ve malzemelerin ödemelerinde ciddi gecikmeler yaşıyor. Özellikle, 360 günü bulan ödeme gecikmeleri nedeniyle firmalar zarar ediyor. Bu durum, firmaların hammadde tedarikinde ve üretim süreçlerinde aksamalara yol açıyor, hatta bazı firmaları iflas riskiyle karşı karşıya bırakıyor. Bu sorunun çözülmemesi halinde sağlık hizmetlerinde aksaklıklar yaşanabileceği de söz konusu. Son dönemde tıbbi cihazların önemi artmışken, bu tür finansal sorunların çözülmesi, hem sektörün sürdürülebilirliği hem de halk sağlığı açısından kritik bir öneme sahip.

Ertan Yolcu 1

‘Vadeler uzuyor’

Sektörle ilgili değerlendirmelerde bulunan İzmir Ticaret Odası (İZTO) Tıbbi Cihazlar Meclis Üyesi ve Komite Başkanı Ertan Yolcu, “Sağlık Bakanlığı’na bağlı devlet hastanelerinin ödemeleri her ay rutin bir düzene girmiş durumda. Şu an 120-150 gün vadelerinde devlet hastanelerin ödemeleri devam ediyor. Ancak bu vadeler bile enflasyonun yüksek olduğu bu dönemde firmalarımız için oldukça uzun bir vade. Burada daha büyük sıkıntı üniversite hastanelerinde. Üniversite hastanelerinin ödemeleri hala düzensiz şekilde devam ediyor. 240 ile 360 günlük vadeleri geçen hastaneler bile var. Maliye Bakanlığı’nın, üniversite hastanelerine firma ödemeleri için göndermiş olduğu bazı paralar var. Fakat üniversite hastanelerinin yönetimleri bu paraları bazen farklı yerlerde kullanıp, firma ödemelerini yapmıyorlar. Burada da biraz sıkıntımız var. Döviz kuru da sektör için riskli durumda, Sağlık Bakanlığı’nın uyguladığı bir sistem var ama biz devlet ihalelerine TL'yle giriyoruz. Bu ihaleler bir- iki yıllık olabiliyor. Fakat tıbbi cihaz sektörünün yaklaşık yüzde 65-75’i mamul ve yarı mamül anlamında yurt dışına bağımlı. Dolayısıyla döviz riski bu işin içerisinde her zaman var olan bir risk. Dövizle borçlanıp, dövizle malzeme alınıyor ama TL'yle satılıyor. İhalenin sonuna geldiğinizde dövizin artmasından kaynaklı ihaleye girerken vermiş olduğunuz TL rakamı yüksek oranda zarara dönüyor” diye konuştu.

‘Rekabet edemiyoruz’

Sektördeki başka bir sıkıntının da yerli malı oranlarının uygulanmaması olduğunu belirten Yolcu, “Türkiye'de üretilen yerli mallarında yüzde 15’lik bir devlet indirimi var, bunun daha da arttırılması, hatta yerlilik oranına göre bu oranın daha da arttırılması gerekebilir. Özellikle tıbbi cihaz üreticilerinin yurt dışından getirmiş oldukları mamul ve yarı mamuller var. Bunlara konulan ek vergiler var. Bu ek vergiler üreticilerin ciddi anlamda rekabet etmesini engelliyor. Örneğin uzak doğudan bitmiş bir ürün getirildiğinde, gümrükte Sağlık Bakanlığı’nın UTS sistemine kayıtlıysa yüzde 10 KDV ödeniyor. Ama biz üreticiler, bir mamul ve yarı mamul getirdiğimizde yarı mamul için KDV'yi yüzde 20 ödüyoruz. Hatta birçok üründe ilave ek gümrük vergisi ödüyoruz. Bu iş aslında dünyada tam tersi ilerliyor. Yani yarı mamullerden vergi ya alınmamalı ya da en düşük şekilde alınmalı. Çin'den gelen ya da yurt dışından gelen diğer bitmiş ürünlere ilave gümrük vergisinin konması lazım. Böyle olunca bizde tabii iş biraz tersine dönüyor. Üreticiler ne yurt içinde ne de yurt dışında rekabet edemiyorlar. Çünkü maalesef daha yüksek maliyet oluşuyor” ifadelerini kullandı.

‘Yerli üretim durabilir’ 

Son dönemlerde kamunun malzeme alımlarını, Devlet Malzeme Ofisi’nin alım yaptığı sağlık market ofislerinin yaptığını aktaran Yolcu, “Sağlık marketi ofisi 3 aylık dönemde alım yapıyor. Dolayısıyla o üç aylık dilimde malzeme satan firmalar yüklü miktarlarda alım yapabiliyor. Son dönemde duyduğumuz kadarıyla yurt dışından, özellikle Çin'den ve Hindistan'dan üretici firmaların, Türkiye'de ofis açmak gibi planları var. Zaten Çinli ve Hintli firmalarla rekabet etmek son derece zorken firmaların bir de kendilerinin gelip burada bir şirket açmaları yerli üretimi durdurma noktasına getirebilir ve yerli üreticiyi yok edebilir. Bu firmaların kuruluşlarının engellenmesi ya da ilave gümrük vergileriyle bunların yerli üretici lehine çözümler üretilmesi gerekiyor” dedi.

‘Eczane kapatmaya kadar gideceğiz’

Tıbbi cihaz sektöründe bu sorunlar yaşanırken, diğer yandan eczacılar da sıkıntılı günler geçiriyor. 2004 yılında çıkan İlaç fiyat kararnamesinin güncelliğini kaybettiğini belirten İzmir Eczacılar Odası Başkanı Tuncay Sayılkan, “İhtiyaca cevap vermeyen bir yöntem. Bundan dolayı ilaçlara yılda bir kere zam yapılıyor. Enflasyonun yüzde 70’lerde olduğu bir ülkede, ilaçlara yüzde 25 zam yapılıyor. Zam olma tarafında değiliz ama ilaçların bulunabilir olması için ilaç firmalarının bu işi çözmeleri gerekiyor. Bu fiyatlara ilaç firmaları o ilacı üretmiyorlar, ilacı üretmeyerek bir tavır koyuyor. Fakat burada iki mağdur ortaya çıkıyor. Hem vatandaşlar, hem eczacılar. Ben ilacı bulamazsam o ilaç piyasada bulunabilir olmazsa ben mesleğimi yapamıyorum. Öbür taraftan da vatandaşın sağlık hizmetleri, tedavileri aksıyor. Dolayısıyla bu fiyatlandırmadan vazgeçilmesi gerekiyor. İlaç fiyatlarının senede birkaç defa ve enflasyon oranında güncellenmesi gerekiyor. Diğer taraftan Sosyal Güvenlik Kurumu’yla ekim ayında imzalanması gereken protokolümüz vardı. Onun da her yıl günün koşullarına ve enflasyona göre güncellenmesi gerekiyor. Türkiye'de eczacılar köyden, kasabaya kadar bir yılda 500 milyon reçete yapıyorlar. Ama haklarını alamıyorlar. Eğer bu şekilde devam ederse şubat ayının sonunda eczane kapatmaya kadar giden bir eylem sürecimiz var” diye konuştu.

Kaynak: Filiz Erol