'
  1. Dünya Savaşı sonunda İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu adına Bahriye Nazırı Rauf Bey tarafından, 30 Ekim 1918 akşamı, Limni Adası’nın MondrosLimanı'nda demirli Agamemnon zırhlısında imzalanan Mondros mütarekename (mütareke) belgesinin 5. “Hudutların korunması ile iç asayişin temini haricinde Osmanlı ordusu derhal terhis edilecektir” maddesi uyarınca, 31 Ekim 1918 tarihinde Yıldırım Ordular Grup Komutanlığı’na atanan Mirliva (Tuğgeneral) Mustafa Kemal Paşa, 7 Kasım 1918 tarihine kadar 8 gün süren  bu görevi sırasında, Filistin harekâtından geriye kalan ordu kalıntılarını bir araya toplayarak, Toros Dağları’nın kuzeyine çekmeyi başardı.  Çektiği bu kuvvetler, 1919 yılında başlayan Türk İstiklal Mücadelesinin Güney Cephesi'ndeki silahlı güçlerin temeli olacaktı. 13 Kasım 1918 günü öğle saatlerinde trenle İstanbul’a gelen Mirliva (Tuğgeneral) Mustafa Kemal Paşa, Haydarpaşa Garı’ndan Galata’ya gitmek için ‘Kartal’ istimbotuna biniyordu, yolculuk Boğazda demirli 55 parçalık işgal donanmasının arasından geçerek devam ederken. Yaveri Yüzbaşı Cevat Abbas, boğaza devamlı giriş yapan düşman zırhlılarını ve Marmara denizinden ağır ağır gelenlerin işgalci devlet gemilerini işaretle “Geliyorlar" diyordu. Mirliva (Tuğgeneral) Mustafa Kemal Paşa, Osmanlı Payitahtı olan şehrin denizindeki gemilerin buraya gelmemesi için 1915’te Ça­nakkale’de yapılan cansiparene savaşları, yitip giden gencecik insanların akıttıkları kanlarının ruhunda yarattığı fırtına sonrası, öfkeli, aynı zamanda azimli bir sesle: "Evet gelirler, gelirler ama, bir gün de geldikleri gibi giderler” dedi. Söylenen bu söz ince hesaplanmış, olayların başlangıcı olarak tarihe geçecek kelimeleri ihtiva eden bir cümle oluyordu. 1919 Samsun’a çıkışla başlayan, kongrelerle devam eden, Sakarya ve Dumlupınar meydan muharebeleriyle; Türk ulusunun, dörtnala gelip uzak Asya’dan, Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim (Nazım Hikmet Ran) diyerek 1071’den beri yurt edindiği Anadolu’yu kanının son damlasına kadar savunacağını bir kere daha haykırıyordu. Geldikleri gibi giderler sözünün devamı olarak, 30 Ağustos 1922 Dumlupınar meydan muharebesi sonrası, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşanın 1 Eylül'de “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri” emrini yerine getirmek için, 15 Eylül 1919 günü İzmir’i işgal eden, işgalci emperyalist ülkelerin şımarık çocuğu (Bu gün de aynı tıynetteler) kaçan Yunan ordusunu gösterilen hedefe kadar kovalamak için harekete geçiyordu. 9 Eylül 1922 tarihinde, Dördüncü Alay Komutan Yardımcısı Yüzbaşı Şerafettin Bey'in komutasındaki 8 askerler birlikte en önde yaya olarak Konak’taki Vilayet binasına doğru ilerlerken açılan ateş sonrası 4 askerimizin şehit olmasına rağmen, yanındaki 4 askeriyle birlikte Vilayet binasına gelerek, “Malazgirt'te Alpaslan'ın dilinde, Kocatepelerden İzmir'e aktı. Aşkıyla milleti ısıtıp yaktı; Zemin kan kırmızı, ay yıldızı ak, O mübarek bayrak, işte bu bayrak! Bayraktan alırdı mücahitler hız, Unutana yine hatırlatırız” (Tamamını okumanızı tavsiye ederim) Ekrem Şama’nın birkaç mısraını aldığım, Türk Bayrağının eşsiz anlatımlı şiirindeki; gönderden inmeyen, emperyalist güçlerin bundan sonrada indirmeye güçlerinin yetmeyeceği Ayyıldız’ı, göndere çekiyordu. Yüzbaşı Şerafettin Bey İzmir vilayet konağında göndere Bayrağı çekerek, “15 Mayıs 1919   tarihinde İzmir'e çıkartma yapan, Yunan Efzon Alayı askerine, Kordonboyu'nda ilk kurşunu sıkan, Gazeteci (Günümüzdeki kalemini emperyalist güçler için kullananlar gibi olmayan) Hasan Tahsin’in ( gerçek adı Osman Nevres)  başlattığı direnişi”  zaferle sonlandırıyordu. İzmir’de yeniden nazlı, nazlı dalgalanan gönderdeki Bayrak, Anadolu’nun sonsuza dek Türk Milleti’nin yurdu olarak kalacağını gösteriyordu. Ay yıldızlı bayrak, yüz yıllardan beri birlikte yaşayarak et ve tırnak gibi, kederde, tasada, sevinçte, barışta ve savaşta bir olan Anadolu insanının millet olduğunu ve sonsuza dek böyle kalacağını gösteriyordu. Bugün bunun böyle olmadığını iddia eden emperyalistler ve satılmış yerli işbirlikçilerinin hafızalarını tazelemelerine yardımcı olmak için, Yemen, Libya, Galiçya, Filistin, Çanakkale, Erzurum savaşlarındaki şehitlerin memleketlerine bakmalarını tavsiye ederim. İzmir’de 9 Eylül 1922 günü Yüzbayı Şerafettin Bey'in yanındaki 8 askerden şehit olan 4 tanesi Antalyalı, Akşehirli, Nevşehirli idi. Şanlı Bayrağımızı göndere çekerken yanında bulunan, Diyarbakır, Ergani, Memelan köyünde doğan, Diyarbakırlı Kürt Raşit (Reşo) Çavuş idi.( Nazım Hikmet`in Kuva-yi Milliye Destanında sözünü ettiği gibi hepsi Anadolu insanıydı) 9 Eylül sadece bir şehrin düşman işgaline son verildiği gün değildir.
9 Eylül, 1071’den beri millet olan Anadolu insanının, emperyalist ve işbirlikçilerinin parçalayalım, bölerek yönetelim çabalarına rağmen, şairin “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” (N.Hikmet Ran) dediği gibi, Anadolu insanının, Laz’ıyla, Kürt’üyle, Türk’üyle, Çerkez’iyle, Boşnak’ıyla, Arnavut’uyla, bütünüyle, tek millet olarak, kardeşçe yasamaya devam edeceği ilanının günüdür!