İçgüdüsel olarak her zaman bir konseptin veya olgunun kökenine erişmek doğrultusunda dürtülen insanlığın ayakları altında teori ve fikir bariyerince örtülmüş, toprak, taş ve ısı tarafından çevrilerek kendini gizleyen bir yapı bulunmakta. Üzerinde yaşadığımız gezegenin kabul edilen şekli, sismik dalgalar ve modern dünyanın üzerine kurulduğu fizik anlayışı doğrultusunda bu şeklin bir merkezi olması durumu mantık çerçevesindedir ve yoğunluk temelli katmanlar ile kütle çekim kuvveti sistemlerinin dünyamıza uyarlanışı baz alınır. Ancak sürekli ilerleyen bilim, bizlere bazı durumların söz konusu olduğu kadar sade olmadığına dair bazı ilginç detaylar sunabilir.

Tahminen yüzeyden ortalama 5 bin kilometreden daha derinde bulunan iç çekirdek hakkında süregelen kanı, aşırı yüksek çekim kuvveti seviyeleri ve içeriği nedeniyle bu en iç tabakanın (iç çekirdeğin) katı olarak kabul edilmesiydi. Ancak, USC (Güney Kaliforniya Üniversitesi) araştırmacılarının çalışmaları sırasında karşılaştıkları bazı veriler beklenmeyen bir durumu gözler önüne sermiş olabilir.

Asıl olarak Dünya’nın iç çekirdeğinin dönüşündeki yavaşlamaları analiz etmeyi amaçlayan araştırmacılar, üzerinde çalışılan verilerin daha önce olanak verilmeyen bazı durumlara işaret ediyor olmasını fark etmeleri sayesinde, iç çekirdeğin şekil değiştirdiğini keşfettiler. Farklı konumlardan takip edilen sismik dalga analizlerinden çıkarılan ilk öngörü, bu beklenmedik şekil değişikliğine sebep olan etkinin muhtemelen daha hareketli olan dış katmanlardan kaynaklanıyor olabileceği yönünde. Burada belki de en şaşırtıcı olan durum ise yapılan araştırmanın analiz ettiği verilerin sadece 30 yıl civarı bir dönemi kapsıyor olmasından kaynaklanıyor: İç çekirdeğin şekil değiştirebiliyor oluşunun yanı sıra, bu değişikliğin jeolojik açıdan çok kısa sürelerde gözlemlenebiliyor olması ilginç bir tablo çiziyor. Araştırmacılara göre bu keşif yeni dinamiklerin açığa çıkarılmasına öncü olurken, Dünya’nın manyetik alanını daha iyi kavramamıza da yardımcı olabilir.

Günlük yaşam döngüsü içinde ve kısa insan yaşamı sürecinde bazen bizi çevreleyen varoluşun detay ve özelliklerini fark edemiyoruz ve belki de bunların arasında en fazla bilinmezliğe ve dolayısıyla korkuya neden olmuş olanın üzerinde yaşıyoruz. Hala modern dünyayı ve canlıları tehdit eden depremler ve volkanik olaylar binlerce yıldır atalarımızın mitolojilerinde ve bilinçaltlarında da yer tutmuştu. Yeryüzünde yaşayan ve etrafına bakan bir insanın gözünden gökler ne kadar büyüleyici olabiliyorsa ayaklarımızın altındaki toprak da opak ve sessiz edasıyla bir o kadar etkileyici olduğunu kanıtlamaya devam ediyor.