Son zamanlarda Serdar Ortaç şarkısı gibiyim;
“ben ne sana taparım ne seni ararım ne trip atarım
sen ne beni oyala ne omuz ovala işime bakarım”
 Ne demek istediğimi, ne yapmak istediğimi kendim bile bilmiyorum. Her şeyi kontrol edersem hayatımda kötü bir şey olmasına izin vermem derken içine düştüğüm illüzyonda endişe edeceğimden bile endişe eder hale geldim.
Üst üste gelen aksiliklerden sonra beynim beni sürekli olumsuz olana yönlendirdi. Hep en kötüsü olacakmış gibi düşünmeye başladım.  Arkadaşlarımla yaşadığım durumu konuşurken fark ettim ki yalnız değilmişim ve hatta aslında çokmuşuz. Kaygı bozukluğu denilen şeydi yaşadığımız. Modern çağ ile beraber insanlarda kaygı arttı, kimle konuşsanız kaygılı şu dönemlerde. Yeryüzünde cehennemi yaşatan, yaşarken öldüren bir ruh hali! Çanakkale yangını da bu durumu tetikleyen bir başka durum oldu. Enflasyon düşecek mi? Yangın büyüyecek mi? Acaba kaç can zarar gördü? Köylerdeki insanlar şimdi ne yapacak? Hayvanlar ne olacak? falan derken arada içimizi ısıtan görüntüler geliyordu. Yangından hayvanları kurtaran adamın fotoğrafı gibi. 
Hayal kırıklıkları, ağır tecrübeler, kaybetme korkusu, hata yapma korkusu, garanticilik, değersizlik, belirsizlik gibi birçok sebebi olabiliyor yaşanılan kaygı bozukluğunun.
Düşündüm ki, benim bireysel olarak iyi olmam hiçbir şeyi değiştirmiyor. Toplum olarak bir iyilik haline ihtiyacımız var. Eskiler “iyilik yap denize at” derler diyorlardı ya hani işte o iyiliklere ihtiyacımız var.  Pandemi sürecinden beri kurtulamadığımız kaygı bozukluğu “acaba daha ne olabilir ki?” dedirtti hepimize.  Bir uzaylılar gelmedi, o günden beri her şeyi yaşadık. Sanırım onlar da geldi, NASA böyle bir açıklama yapmıştı değil mi? 
Eğer sizde de; nedensiz ya da aşırı endişe ve kaygı duyma hali varsa ve sürekli endişelenip ve zihninizde beliren olumsuz düşünceleri kontrol edemiyorsanız bilin ki siz de kaygı bozukluğu yaşıyorsunuz. Galiba Serdar Ortaç da aynı durumu yaşıyor. Son paylaşım yaptığı videolarda hep bir boş vermişlik hali var.
Evet haklısınız! Kaygı her bireyde olan bir ruh hali iken kişi bunu kontrol edemiyorsa kaygı bozukluğu yaşar ve bir süre sonra işler çığırından çıkar. İlaçlarla tedavisi vardır fakat bu sefer de kişi memnun kaygısız olabilir. Kaygılarımızla mutlu mesut yaşamak istemiyorsak tedavi yöntemi toplumsal ve bireysel iyileşmeden geçiyor. Bu bağlamda dünyanın ilk psikiyatr merkezi olduğu varsayılan Bergama antik hastanesini örnek gösterebilirim. 
Bergama Asklepionu’nda yer alan hastanede kullanılan en önemli tedavi yöntemleri; telkin ve fizyoterapinin dışında su-çamur banyoları, masajlar, şifalı otlar, müzik. Asklepeion, şifalı sulara, hastaların su ve kuş sesleri eşliğinde gezinebileceği koridorlara tünellere ve mermer tiyatrolara sahipti. Helioterapi (güneşle tedavi), teatroterapi (tiyatro), teoterapi (inanç), jimnoterapi (spor); Asklepion’un ünlü tedavi yöntemleri olarak bilinir.
Bundan binlerce yıl önce dünyanın ilk akıl ve ruh sağlığı hastanesinde uygulanan tedavi yöntemleri bir hayli ilgi çekici. Hastalara müzik dinletmek, su sesi dinletmek, aromatik bitkiler ile yapılan tedavileri görüyoruz burada.
Farklı bedenlerde olsak bile yaşadığımız coğrafyadan, sosyal ve kamusal statülerden dolayı duygularımız, korkularımız ve yaşadıklarımız ortak. 
Hayatın kontrol edilemediğini kabullenmek ve yaşanılan an‘da kalmak en etkin tedavi yöntemi.  Toplum iyileşinceye kadar bireysel olarak kendimizi dingin ve ruh sağlığı olarak iyi tutmak zorundayız.  An’da kalmayı, tiyatroyu, müziği velhasıl kendimize zaman ayırmayı sevdiğimiz şeyleri yapmayı öğrenmemiz gerek. Yoksa ilaçla uyutulmuş memnun kaygısızlar ya da yarın ne olacak? korkusu ile baş etmeye çalışan yaşarken ölenlerden olacağız. 
“Seni çöpe atacağım poşete yazık” der, Serdar’a sevgilerimi sunarım.