Unutulduğunu düşündüğüm için yazıyorum. Ülkedeki mülteci sayısına, yaşanılan polemiklere bakıldığına kulağımıza küpe olması gerekenler var. Aslımızı, neslimizi unutmamak gibi…
Âsım’ın nesli diyordum, ya… Nesilmiş gerçek, İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek
“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan, yapana sadık kalmazsa hakikat kaybolur.” – Mustafa Kemal Atatürk
Türk olmak, yalnızca bir milletin mensubu olmak değil, derin bir tarihin, zengin bir kültürün ve büyük bir sorumluluğun taşıyıcısı olmaktır. Bu kimlik, Orta Asya'nın bozkırlarından Anadolu'nun bereketli topraklarına kadar uzanan bir hikâyeyi ifade eder. Bu hikâye, mücadelelerle, zaferlerle ve miraslarla doludur. Türk olmak, yalnızca bu tarihi bilmek değil, bu tarihten ders alarak geleceğe yön verebilmektir.
Türklerin dünya sahnesindeki yolculuğu, M.Ö. 3. yüzyılda Asya’nın uçsuz bucaksız bozkırlarında kurulan Hun İmparatorluğu ile başlar. Mete Han’ın düzenli orduyu kurması, yalnızca bir askeri reform değil, aynı zamanda disiplin ve strateji anlayışının simgesidir. Bu köklü geçmiş, ilerleyen yüzyıllarda Selçuklu’nun Malazgirt Zaferi (1071) ile Anadolu’yu yurt edinmesi ve Osmanlı’nın 1453’te İstanbul’u fethederek bir çağ kapatıp yeni bir çağ açmasıyla taçlanır.
“Geçmiş, geleceğin aynasıdır.” Bu sözü hatırladığımızda, tarihimizin yalnızca bir gurur kaynağı değil, aynı zamanda bir yol haritası olduğunu anlarız.
Türk Olmanın Sorumluluğu
Türk olmak, tarihi başarılarla övünmenin yanı sıra bu başarıları devam ettirme sorumluluğunu da üstlenmektir. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı sırasında gösterdiği liderlik, bu sorumluluğun en somut örneklerinden biridir. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak başlattığı bağımsızlık mücadelesi, Türk milletinin esareti kabul etmeyeceğini tüm dünyaya göstermiştir.
“Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.” Bu ilke, Türk milletinin kendi geleceğini tayin etme kararlılığını simgeler.
Türk milletinin tarihi, farklı kültür ve medeniyetlerle olan etkileşimlerle şekillenmiştir. Osmanlı İmparatorluğu, çok uluslu yapısıyla farklı din ve dillerden insanları bir arada yaşatabilmiş, bu mozaiği bir güç kaynağına dönüştürmüştür. Kanuni Sultan Süleyman dönemindeki hoşgörü politikaları ve farklı inanç gruplarına tanınan haklar, Türk milletinin birleştirici gücünü gösterir.
“Adalet, mülkün temelidir.” Bu anlayış, Türk milletinin tarih boyunca farklılıklarını nasıl bir arada tutabildiğini özetler.
Türk olmak, yalnızca geçmişle övünmek değil, geleceğe umutla bakmaktır. Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş, çağdaş bir devlet anlayışını benimsemenin en güzel örneğidir. Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen eğitim reformları ve kadınlara seçme-seçilme hakkı gibi devrimler, Türk milletinin modern dünyada güçlü bir şekilde yer almasını sağlamıştır.
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” Bu söz, Türk milletinin ilerlemesinin ancak bilim ve akılla mümkün olacağını ifade eder.
Sonuç olarak, Türk olmak, tarihiyle gurur duyan, farklılıklarından güç alan ve geleceğini umutla inşa eden bir milletin mensubu olmaktır. “Taş yerinde ağırdır.” Türk milleti de tarihinden aldığı güçle, kökleri ne kadar derinlere uzanırsa gelecekte o kadar yükseklere çıkacaktır.
Ve bilinmelidir ki;
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.