İnsan ve canlı yaşamının temel gereksinimi, yer altı ve yer üstü anlamında hoyratça kullandığımız, çoğu bölgede ağır metaller ve kimyasal tarım ilaçlarıyla bilinçsizce kirlettiğimiz, yer altı ve yer üstü anlamında büyük hızla tükettiğimiz son derece sınırlı bir kaynak olan “Olmazsa olmazımız” su.
Yaşamın kaynağı su ve doğal kaynaklar, insanlık olarak hepimizin ortak malı. Özellikle ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde, başında suyun geldiği sınırlı kaynaklarımızın kullanımında bireysel ve kurumsal anlamda haddinden fazla tüketimin, israfın, mümkün olduğunca en aza indirilmesi, tarımsal sulamada da salma sulamadan (Vahşi sulama) vazgeçerek damla sulama sistemini gerçekleştirmemiz geleceğimiz açısından yaşamsal önem taşıyor.
Suyun yaşamımızdaki önemine vurgu anlamında konunun altını kalın çizgilerle çizerken, şöyle bir anektodu yazmadan da geçmeyeceğim.
Türkiye’de son 40 yılda 2.5 milyon hektarlık sulak alanın yarısı yok oldu. Ben bu saptamayı Doğal Hayatı Koruma Vakfı-Türkiye (WWF Türkiye) Doğa Derneği, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı verilerinden yararlanarak yapıyorum. Bilimsel verilere dayanarak yapılan saptamalar bunu gösteriyor.
Suyun önemi konusunda, bugün birebir yaşayarak gördüğümüz çevre kirliliği, su kirliliği gibi konularda hem ülkemiz, hem de dünya ölçeğinde yüzlerce yazı yazdım, inceleme-araştırma, tesbit ve raporların sonuçlarını ortaya koydum. Yazmaya da devam ediyorum, çünkü bu konu üzerinde hassasiyetle durmak, benim hem gazeteci olarak, hem de ülkesini seven bir yurttaş olarak birincil görevim.
Bu konuda düzenlenen toplantıları ve konu ile ilgili yayınları mümkün olduğunca takip ediyorum ve gerektiğinde kullanmak üzere not alıyorum. Bunlardan birisi de Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi’nin geçtiğimiz Mart’ın 22’sinde, yani Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1992 yılında, canlı yaşamının temel kaynağı olan suyun önemine dikkat çekmek amacıyla her yıl farklı temalarla değerlendirilen “Dünya Su Günü” olarak belirlediği ve bu yılki teması “Suyu barış için kullanmak” olan 22 Mart Dünya Su Günü nedeniyle yayınlamış olduğu durumu tespit eden ve çözümler arayan toplantının tutanakları ve sonuç bildirisi.
Mevcut duruma göre, Dünyada, 1.6 milyar kişinin su kıtlığı çektiği, yani mevcut su kaynaklarını verimli kullanıp iyi yönetemediğimiz için sağlıklı ve yeterli suya ulaşamadığı dünyamızda 2030’da küresel nüfusun yüzde 40’lık bir bölümünün su yokluğu ile karşı karşıya kalması bir gerçeklik olacak.
Yeryüzündeki su kaynaklarının eşit ve adil olmayan dağılımı, tarihsel olarak ülkeler arası su kaynaklarına sahip olma, kullanma ve yönetme açısından anlaşmazlık ve çatışmalara neden olduğu gibi, gelecek dönemde de iklim değişikliği, küresel iklim krizi ve yaşanacak nüfus artışı sonucu doğacak su yokluğu, su kaynaklarının kullanımından ve paylaşımından kaynaklanacak devletlerarası çatışmaları yaygınlaştıracak, şiddetlendirecek bir potansiyel taşıyor.
Mevcut kullanılabilir su miktar ve kalitesine yönelik günden güne artan tehditler, kısıtlı su kaynaklarımızın ve yaşanan mevcut kirliliğin görmezden gelindiğini gösterdiği gibi, nüfus artışı, aşırı ve denetimsiz kentleşme, sanayileşme, doğal kaynakların hoyratça ve kontrolsüz tüketimi, ülke ve dünya olarak kendi elimizde yarattığımız ve buna bağlı gelişen iklim değişikliği süreçlerinin oluşturduğu baskılar nedeniyle su kıtlığının artması, kaynakların tükenmesi, kirlilik, yaşadığımız ve yaşayabileceğimiz aşırı doğa olayları, ülkemizde ve dünyamızda yaşam için tehdit oluşturmakta.
Bütün yukarıda saydığım nedenlerledir ki, çok daha geç olmadan, hem yakın çevremiz İzmir ve Ege Bölgesi özelinde, hem de ülke genelinde kuraklığın geldiği boyutları dikkate alarak, bugünden tezi yok, hem günlük kullanımımızda, hem de tarımsal sulama anlamında en değerli meta olan suyu verimli ve tasarruflu kullanmak ulusal yurttaşlık görevimiz olmalıdır diyorum.
Bir sonraki yazımda aynı konu üzerinde çalışarak konunun önemini irdelemeye devam edeceğim.