Bana bir masal anlat dede.. İçinde zulmün olmadığı, yangınların, depremlerin, doğal olan hiçbir afetin can almadığı, kimsenin kimsenin canına kıymadığı, insanın en önemli varlık olduğunun unutulmadığı, çocukların yitip gitmediği, ‘Çok’un değil ‘Az’ın mutlu ettiği, yetinebildiğimiz, yetebildiğimiz, sevdiğimiz, saydığımız bir dünya olsun. Masalın başkahramanı sen ol. Koskocaman bir şaton olsun. O beyaz saçlarında, mavi gözlerinde, pamuk teninde sarıp sarmala bizi. Al tüm çocukları şatona, doyasıya eğlenelim hiç değilse bir günlüğüne. 

Hani dünyayı versinler istemiyorum. Bir günlüğüne eğlenmek, unutmak tüm olan biteni. Ellerimizde pamuk şekerler, sadece sevgiyi konuşalım, gülelim, sarmaşalım, dolaşalım. Bir masal diyarında unutalım şu geldiğimiz dünyanın kahreden kasvetini. Hani çocuklar ölmezdi dede? Bana öyle öğrenmiştin. Geçen gün bir arkadaşım anlattı sınıfta; çocuklar birbirlerine kıymışlar. Hatta dedi ki bir yerde yangın çıkmış bir sürü çocuk ölmüş. Doğru mu dede? Hani büyüyecekti o çocuklar, yazacak, okuyacak, gelecek olacaklar, ümit olacaklardı. Olmadı mı? Yoksa masal mıydı? 

Dede cevap verdi; gür ama utanan sesiyle; Ahhh dedem! Vah dedem!. Analarımız insandı, biz insanoğlu. İnsan bitti, kaldı in. Sanı, canı, kanı pusu kurdu. Dört döndüm durdum bulamadım eski insanı. Belki de hiç bulamayacağım. Üzgünüm dedem. Size iyi bir gelecek sunamayacağım. Hadi gel dönelim biz masalımıza. Bitmesin bu masal da burada. Vardır ya hep bir umut. Belki hata bendedir, insanım ya. Gelelim gerçek hayata; boşuna dememişler ‘Hafıza-i beşer, nisyan ile maluldür’ diye. 

İnsan hafızasının eksikliği unutkanlığıdır. E, unutkanlık da insanlık halidir. Yani unutulması gerekenleri unutur, hatırlaması gerektiği kadarını aklımızda tutarız biz insanoğlu. Kolay unutuyoruz bu aralar olan biteni. Canımız ne yandı be! Bu da unutulur mu diyoruz, yine unutuyoruz. Kolay itimat ediyoruz. Ama itimadın kontrole tabi olduğunu da unutuyoruz. Kıssadan hisse. Söyleyebildiğim kadarını söyledim işte…