Kemeraltı Caddesi’nden o zamanki adıyla Memleket Hastanesi’ne, şimdiki konumuyla İl Sağlık Müdürlüğü’ne açılan üç tane sokak vardır.

Birinci Beyler, İkinci Beyler, Üçüncü Beyler.

Memleket Hastanesi, o yıllarda Ege’nin en önemli sağlık kuruluşlarından biriydi ve çok değerli hekimleri kadrosunda barındırıyordu. Bu hekimler, öğleden sonra belli bir saatte, bu sokaklarda yer alan muayenehanelerine gider, hastalarını kabul ederdi.

Ikinci Beyler Sokağı

Mesleklerinde tecrübeli olduklarını anlatmak için muayenehanedeki mobilyalar hep eski, klasik modellerden seçilirdi.

İşin garibi; bu sokaklarda çığırtkanlar fink atardı. Genellikle İzmir dışından gelen hastalara doktor pazarlamaktı işleri.

Hastaların önlerini keser, şikayetlerini dinler, kendilerince en iyi hekime yönlendirirlerdi.

Beyler Sokakları, bu haliyle bile bir kalite abidesiydi. Ünlenmiş hekimleriyle İzmir’in bir sağlık külliyesi gibiydi.

Şimdi bu sokaklarda eczaneler, sandviç büfeleri, telefon tamircileri, emlakçılar var.

Bir tane bile hekim yok.

Eleştiri açımız daralıyor

TÜSİAD’ın başına gelenler, artık ülkede eleştiri dozunun ve çeşitliliğinin belli bir sınırda tutulacağı algısı yaratıyor.

Eleştirmek, tabii sınırları belirleyerek; demokrasinin bir gereği. Eleştiri yapmak, bir nevi stres atmak gibidir bazı insanlar için. Ve bunu yaparken kendini donanımlı, bilgili, karşı tarafı olgun ve tahammülkar kabul etmek.

Bu niteliğimizi kaybediyoruz. Alınganlık, hazımsızlık gibi duygular hakim oluyor.

Bu söylediklerim, sadece iktidara ve onun kurumlarına karşı yapılanlarla ilgili değil. Günlük sosyal yaşamımızda da “eleştiri” bir art niyet simgesi haline getirilmiştir.

Sonuçta hepimiz kendimizi bir cendere içinde hissediyor ve geriliyoruz. Özellikle eleştiriye en çok ihtiyaç duyduğumuz şu süreçte.

Haydar Altıntaş’ı dinlerken

Demokrat Parti İzmir Milletvekili Haydar Altıntaş’ı bir kongrede izledim. Daha önce de konuşmalarını dinlemiştim. İyi bir hatip olduğunu, ülke sorunlarını çok iyi bildiğini gördüm.

Son keresinde önemli bir konuya değindi. Valilerin ve kaymakamların, iktidar partisinin birer il ve ilçe başkanı gibi hareket ettiklerini söyledi.

Tek parti döneminde valiler, CHP’nin İl Başkanları sıfatını da taşırlardı. Bunu 1950’de Adnan Menderes kaldırdı. Ve yıllarca valiler de, kaymakamlar da bağımsız hizmet verdiler.

Altıntaş’ın iddiasına konu durum, son 10 yılın belirgin bir tablosudur. 

Ne yazık ki bunu çevremizde çok net görüyoruz.

Valilerin, kaymakamların makamlarından iktidar partisinin milletvekilleri, meclis üyeleri, il ve ilçe kurulu üyeleri eksik olmuyor. Örgütlerin talepleri “emir” kabul ediliyor ve yerine getiriliyor.

İl ve ilçe yöneticilerini dinlerseniz, “Biz devletiz” diyorlar. Ve bu gücü halk adına yüklendiklerine inanıyorlar.

Tarihin tekerrürü  bize öyle zarar veriyor ki…

Körler sağırlar birbirini ağırlar

Televizyon kanallarındaki açık oturumlar kabak tadı vermeye başladı.

Hala bunların izleyicisi var mı, merak ediyorum.

Güncel bir konu, hemen ekranlara taşınıyor. Konuklar arasında asla karşı görüşten biri yok.

Herkes bir birinin sözlerini onaylıyor, “Ne de güzel söyledin” diye ödüllendiriyor.

Demirel’in, Özal’ın, Ecevit’in, Erbakan’ın birlikte katıldıkları açık oturumları hatırlıyorum. Gece yarılarına kadar bizi ekrana kilitlerdi.

Tam anlamıyla bir tartışma yaşanırdı ve izleyiciye bunun hakkı verilirdi.