Sultan İkinci Abdülhamid, en çok tartışılan padişahlardan birisidir. Ayrıca Abdülhamid, Osmanlı tarihinde en çok hizmet üreten sultan olarak da bilinir.

Onunla ilgili bir başka gerçek ise çok talihsiz bir dönemde görev yapması ve koyu bir istibdat (baskı rejimi) uygulamasıdır.

33 yıl padişahlık yapan Abdülhamid’in bu süre içinde Beylerbeyi Sarayı’ndan hiç çıkmadığı, sadece cuma günleri selamlık adı verilen bir geleneği uyguladığı, bu vesileyle halka göründüğü bilinir. Sultan, bu süreçte ahşaba merak sarmış, sarayın bütün mobilyalarının oyma işlerini kendisi yapmıştır. 

Saraydan ayrılmamasına rağmen, yüzlerce kalıcı eser bırakması şaşırtıcıdır. Bağdat ve Hicaz demiryolları, Düyun-u Umumi ve Reji İdaresi, onlarca cami, mescit, medrese, mektep, hastane, köprü, çeşme onun eseridir. Farsça, Arapça, Fransızca konuşan, piyano ve keman çalan Abdülhamid, Latin harflerine geçiş için girişim yapmış, ancak aşırı gerici çevrelerin tepkisi yüzünden bundan vazgeçmiştir.

Kendisine yaklaşmaya çalışan Said-i Nursi’ye hep mesafeli olmuş, siyonistlerin taleplerine cevap vermediği için onlar tarafından ‘Kızıl Sultan’ olarak anılmıştır.

Meclis-i Mebusan’ı kapatan, ancak Jön Türklerin girişimleriyle İkinci Meşrutiyeti ilan ederek demokrasiye yeşil ışık yakan Abdülhamid’in bu hükümranlık dönemi ‘Hamidiye Dönemi’ olarak anılır. İlk Osmanlı Anayasası onun döneminde yazılmıştır. Şartların olumsuzluğu nedeniyle istibdadı da koyu bir şekilde sürdüren, Ziraat Bankası’nın kurucusu Mithat Paşa’yı bile boğdurtan Abdülhamid’in, 31 Mart Vakası’nda İttihat ve Terakki’ciler tarafından tahttan indirilmesi, onun döneminde Balkanlar’da 1 milyon 592 bin 806 kilometre kare toprak kaybetmesine de dayanır.

Bugün ona hizmetleri yönüyle bakanlar iyi not verirken, baskıcı politikalarını önemseyenler, Abdülhamid’i hep ‘Kızıl Sultan’ olarak anıyor.

Bunun bir çözümü olmalı

Gün geçmiyor ki, haberlerde bir örneğini izlemeyelim.

Kronik ruh hastaları, uyuşturucu bağımlıları ailelerine ve çevreye zarar veriyor ve bu örneklerin sayısı giderek artıyor.

Sadece bizde değil; dünyada da böyle. Böyleleriyle başa çıkılamıyor.

Ancak devlet, halkını korumakta kesin kararlıysa bu tehlikeyi ve riski en aza indirecek tedbirler alır.

Kronik ruh hastalarının kaçı kontrol altında tutuluyor, uyuşturucu bağımlıları için gereken yapılıyor mu?

Bunları sorgulamamız lazım.

AMATEM var ve bir de Ruh ve Sinir hastalıkları Hastaneleri. Onların sayısı da çok az. Hepsi ağzına kadar dolu.

Aileler çaresiz. Ama bunların toplum içinde dolaşması, hepsinin birer suç makinesi gibi etrafa korku salması da kabul edilebilecek bir şey değil. Hasta olduğunu bile bile ve suç işleyeceği kesin böylelerini devlet himaye altına almalı ve toplumu rahatlatmalıdır.

Yakıp yıkmalar, hunharca cinayetler, şiddet, gasp…Hepsinin altında bu kimlikler yatıyor.

Bir çözümü olmalı.

Vurun abalıya

Belediye başkanı, pazar denetimi yapıyor, iyi malı öne, kötü malı arkaya yerleştiren uyanık esnafı uyarıyor. Ayrıca ‘Yarım kilo etiketi asmayın’ diyor.

Sonra o esnaf, yüzlerce kilo domatesi çöpe dökerek güya başkanı protesto ediyor.

Belediye Başkanı AK Partili ya… CHP’liler şaha kalkıyor. ‘Uğraşacak kişi olarak bula bula bu küçük esnafı mı buldun?” diye kıyameti koparıyorlar.

Bir düşünün. Pazardan alışveriş edenler olarak hangimiz bu tabloyu yaşamıyoruz ki?

Bunun siyasi bir yönü yok. Burada ‘Ahlak’, ‘Adalet’ ‘İnsaf’, ‘Vicdan’ gibi ilkelerin yok edilmesi ve vatandaşın aptal yerine konması gerçeği var.