Eğitim kurumlarının kalitesi, binalarıyla, sınıflarıyla, spor salonları ve yemekhaneleriyle değil; nitelikli öğretmenleriyle kaim olan bir şeydir.
Aklıma gelenleri saymak istiyorum:
Galatasaray Lisesi, Vefa Lisesi, İstanbul Kız Lisesi, Bornova Anadolu Lisesi, İzmir Atatürk Lisesi, Buca Fen Lisesi, 60’ıncı Yıl Anadolu Lisesi ve daha niceleri, kalitelerini öğretmenleriyle tescil ettirmişlerdir.
İzmir Atatürk Lisesi’ni bitirdim. Bizi eğiten öğretmenler, aynı okulda 1930’lu yılların ortalarında göreve başlamışlardı. Binlerce öğrenciyi yetiştirdikten sonra yine bu okuldan emekliye ayrıldılar.
Hepsine birer lakap takılmıştı: Şeker Kemal, Çün Halit, Sururi Hoca, Kontür (Nazım Hoca), Selahattin Göktepe, Ahmet Kantar, Beden Eğitimi Öğretmeni Fikret Hoca ve diğerleri, Müdürümüz Enver Demir’in yönetiminde birer kalite abidesiydiler.
Öğretmenlerin yeriyle oynamak, bu yapıyı bozmaktır. Milli Eğitim Bakanı’nın son operasyonu, başka bir anlama yorulamaz. Bakan “Kırk yıl aynı okulda olur mu?” diyor.
Diğer okulları ve onların öğretmenlerini özendireceği ve bu yarışa sokacağı yerde “Yeter yaptığınız iyilik” demeye getiriyor.
İlkokullarda uygulanan sistem, bir öğrenciyi birinci sınıfta alıp son sınıfta bir sonraki eğitim kurumuna gönderme gerçeğini içeriyor ve çok da işe yarıyor.
Bu gerçek ortada iken imam hatip liselerine boğdurulmuş eğitim sistemimizin yeni sürprizlerini hep birlikte izlemeye hazır olalım derim.
O bakan, taaa eskilerde ne güzel demiş:
“Okullar olmasa ben Milli Eğitim’i öyle güzel yönetirim ki.”
Büyükşehir belediyelerinin geleneksel sorunu
Ahmet Piriştina, Aziz Kocaoğlu’na sorunlu bir belediye bıraktı. Bunda, Piriştina’nın ani ölümünün de etkisi vardı. Enternasyonal Fuar’ın zamanında yetişmesi için müteahhide açıktan verdiği ve belgelendiremediği para, sonraki dönemde dava konusu olmuştu.
Aziz Kocaoğlu, Tunç Soyer’e tam aksine sorunsuz ve İzmir’in pek çok temel sorununun çözüldüğü bir belediye devretti. Böyle bir belediyeyi yönetirken 450 yıl hapisle yargılandığını ve sonunda aklandığını da hatırlayalım.
Tunç Soyer ne yaptı?
5 yıllık görev süresinde Büyükşehir Belediyesi’ne 11 bin personel aldı. Kadroları şişirdi. Hizmet aracı kiralamasında rekor kırdı. İZBETON’u yeteneksiz ellere verip batacak hale getirdi. Tartışılan pek çok iş yaptı ve şimdi bunun ceremesini Cemil Tugay çekiyor.
Maaşları ödeyemiyor. Kiralık araç sayısını o bile bilmiyor. İlçe belediyelerinin para ve destek taleplerine cevap veremiyor.
İyi niyetli çabaları çoğu kez boşa gidiyor. Kalifiye pek çok personel, emekliye ayrılıp kendine başka iş arıyor.
Hangi partiye mensup olursa olsun; başkanlar, o partinin yönetimi tarafından özellikle mali açıdan sıkça denetlenmelidir. Hamza Dağ’ın; Cemil Tugay’a karşı bazı ilçelerde önde bir seçim yaşadığını biliyoruz. Böyle bir tablo ortada iken partinin üst düzey yetkililerinin buna seyirci kalması ileriye dönük önemli sorunları da beraberinde getirecektir.
Düşman hukuku
Galiba ilk olarak Özgür Özel’in ortaya attığı bir terim bu.
Düşman Ceza Hukuku tanımından çok farklı.
Burada sisteme ciddi bir yüklenme var. Var ama kimse üzerine alınmıyor.
Ciddiye alınsa ve üzerinde durulsa o acı gerçek bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmış olacak.
Düşman hukuku, hukuksuzluğa isyanın tam ifadesidir ve hukukun çarpık işleyişine de bir isyan deyişidir.
Türkiye bu kavramla bir süre daha yaşayacağa benzer ve bu sistemle mücadele edilmediği taktirde, toplumsal tahribat her geçen gün biraz daha büyüyecektir.