1800’lü yılların ortalarında fotoğrafçılık yaygınlaşmaya başlarken  fotoğrafçı  Philibert  Rubellin, Osmanlı topraklarını gezerek tarihi fotoğraflar çekmeye başladı.

Araştırmacı M. Yavuz Çorapçıoğlu’na göre baba-oğul Rubellin’ler Fransız kökenliydi. Ve 1880’lerde İzmir’de “Photographie Parisienne” Stüdyosu’nu işletiyorlardı. Orta Doğu’da ve Türkiye’de yoğun olarak fotoğraflar çektiler. Hayatta kalan baskıların çoğu “Rubellin et Fils” yani “Rubellin ve Oğlu” olarak tanımlıdır.

Rubellin, kervan yolları, su kemerleri, Efes harabeleri başta olmak üzere çektiği bu fotoğrafları, özellikle Levantenler’in kartpostal olarak kullanmaları için çoğaltıyordu. Bu fotoğraflar, böylece postaya verildiğinde dünyaya dağılıyor, ünleniyordu.

“Rubellin et Fils”,  markasıyla dönemin en önemli fotoğrafçısı haline gelen Rubellin, şimdiki Şirinyer’de Kervan Yolu üzerindeki develerin geçişini fotoğraflayarak Buca’da ilk fotoğrafı çekmiş oldu. Baba-oğul, 1875 yılında İzmir’in Frenk Sokağı’nda açtıkları fotoğraf stüdyosunda da hem Levantenlerin fotoğraflarını çektiler, hem de zengin koleksiyonlarına ait tarihi fotoğrafları onlara sattılar.

Onun ve oğlunun fotoğraf baskıları, 1800’lü yılların sonlarında American College of Greece- ACG Art’da ve Getty Enstitüsü’nün Gary Edward Koleksiyonu ile Beyrut’taki Amerikan Koleji’nin Jafet Kütütüphanesi’nde uzun süre sergilendi. Şimdilerde adlarına kurulu bir vakıf, Amerika’da bu fotoğrafların aslını saklıyor. Bunlar arasında Şirinyer’deki Kervan Köprüsü de yer alıyor.

Rubellinin Ilk Çektiği Fotoğraf

Bu kız çocuğunun fotoğrafı, Rubellin’in çektiği ilk fotoğraf olarak bilinir.

Rubellin Kervan Köprüsü

Rubellin, Şirinyer’deki Kervan Köprüsü’nü de, fotoğrafını çekerek ünlendirdi.

Rubellinnnn

Fransız fotoğrafçı Rubellin’in kartvizitinden stüdyosunun, şimdiki Gül Sokağı çevresinde yer alan Frenk Sokağı’nda olduğu anlaşılıyor.

Kitap okumuyoruz vesselam

Japonya’da yüz kişiden 14’ü, Amerika’da yüz kişiden 12’si, İngiltere ve Fransa’da yüz kişiden 21 kişi kitap okuyor.

 Bizde durum vahim:

On bin kişide ancak 1 kişi kitap okuyabiliyor. Televizyon ya da bilgisayar ekranı başında günde 5 saatini geçiren insanımız, yılda kitap okumaya topu topu 5 saat zaman ayırıyor.

Bunu televizyona, cep telefonlarına bağlayanlar var. Tamam da aynı cihazları Japon da Amerikalı da kullanıyor. Onlar nasıl kitap okumaya vakit ayırıyorlar da biz hemen bir bahane üretiyoruz.

Daha radikal yorum yapanlar da var:

Kaliteli kitap üretilmiyor. Ayrıca kitaplar çok pahalı.

Bu da yanlış. Kimsenin kitap satın almak için bir mecburiyeti yok. Kimse ‘Türkiye’de kaliteli kitap üretilmiyor’ diyemez. Yığınla kütüphane var. Sizden para istemiyorlar. Dilediğinizi okuyorsunuz.

Eskiden başucu kitaplarımız vardı. Bir kitabı birkaç kez okuduğumuz olurdu. Arkadaşlarımızla takas yapardık. Bizi sokağa iten çok az sebep vardı.

Elhasıl; hangi bahaneyi üretirsek üretelim, giderek kitap okumuyoruz. Kitabın erdemini kabullenemiyoruz. Onun bize vereceği enerjiyi, mutluluğu ve sağlığı kulak arkası ediyoruz.

O yüzden kitap okuma sıralamasında 88’inciyiz. Bizim hemen üstümüzde Azerbaycan var. Üstelik orada kitaplar daha pahalı. Ama devlet, daha çocuk yaşta kitap okumayı özendiriyor ve ödüllendiriyor.

Bizde neden olmasın?

Atış serbest

Malum, mart, nisan ve mayıs aylarında emlak vergileri ödeniyor.

İlçe belediyeleri, emlak vergilerindeki yıllık artışı, kendileri belirliyor. Bu belirlemede, özellikle tatil beldelerindeki artış bazan fahiş rakamlara ulaşıyor. 

Bunun tek nedeni var: İller Bankası, o kentin yerleşik nüfusunu dikkate alarak pay gönderiyor. Ancak bu yerleşik nüfus, yılın altı ayında ikiye, bazen üçe, dörde katlanıyor ve belediye, gelen payla yeterli hizmeti sunamıyor.

Sonuçta böyle ilçelerde yerleşik halk da mağdur edilmiş oluyor.

Yıllardır devası bulunmayan bir dert.

Bulunacağı da yok gibi.