İzmir’in ilkbahar güneşinde demli çayımı yudumlarken, koltuğumun bir ucunda kedilerimden Güneş, diğerinde Luna mırıl mırıl uyuklarken düşündüm: Ekranlarımızın sessiz savaşını hangi platform kazanıyor?
Hani şu akşam olunca elimizin ilk gittiği, battaniye altı maratonlara eşlik eden dijital dostlardan bahsediyorum: Netflix mi, yoksa yeni gözde HBO Max mi?
Yıllardır Netflix, Türkçe dublaj ve altyazı desteği, çeşit çeşit yapımı, algoritmanın sunduğu “senin için seçtiklerimiz” listeleriyle hayatımızda. Kimi zaman bir Kore dizisine kapılıp gidiyoruz, kimi zaman bir İskandinav suç hikâyesinde kayboluyoruz. Renkli, hızlı, popüler... Herkesin bir Netflix anısı vardır.
Hatta, artık dizi izlemek bile değil, “Netflix’lemek” diye bir kavramımız var. Evde pijamalarla geçirilen tembel bir günün, arkadaşlarla "hadi bir şeyler izleyelim" anlarının vazgeçilmez ortağı. Netflix, adeta günümüzün hız çağının ruhunu yakalamış bir dost gibi: Her an elinin altında, her zevke bir cevabı var.
Ama son zamanlarda şehre yeni bir misafir geldi: HBO Max. Sessiz sedasız ama kararlı. Adeta Karşıyaka vapuruna binen bir yolcu gibi: Fazla konuşmadan ama kendinden emin. “The Last of Us”, “Succession”, “Euphoria” gibi yapımlarla dizi severlere adeta kalite dersi veriyor.
HBO Max, izleyicisine biraz seçici davranıyor gibi: Herkese değil, doğru kişiye hitap etmek istiyor. Ama kabul edelim, seçici olan her zaman biraz daha merak edilir. O yüzden belki de son zamanlarda “bütün bir hafta sonu boyunca bir dizinin evreninde kaybolmak” deyince akla artık HBO Max de geliyor.
Netflix evin neşeli, her ortama uyan çocuğuysa; HBO Max evin az konuşan ama sözü dinlenen büyük abisi gibi.
Netflix’te güncel ve popüler yapımların peşine düşerken; HBO Max’te daha derinlikli, yavaş akan ama etkileyici işlere rastlıyoruz. Biri anlık tatminin adresiyken, diğeri uzun zamandır aradığımız o sahici hikâyelerin...
Bazen Netflix’in sonsuz seçeneği arasında kaybolup ne izleyeceğimize karar veremediğimiz oluyor. Biraz hızlı akan bir nehir gibi: Sürükleyici ama bazen yüzeye bile çıkamadan akıp gidiyoruz.
Öte yandan HBO Max’te, her yapım adeta özel bir küratörün elinden çıkmış gibi. İster bir mini dizi, ister bir belgesel seçelim, sanki bir kütüphane sessizliğinde bir kitabı seçmişiz gibi hissettiriyor. Her hikâye, üzerine düşünülerek, zaman ayrılarak anlatılıyor. Hızlıca tüketmek değil, sindirerek izlemek gerek.
Elbette mesele sadece içerik değil. Kullanıcı deneyimi, fiyat politikası, Türkçe içerik sayısı… Bunlar da önemli. Netflix burada biraz önde gibi.
Türk izleyicisinin alışkanlıklarına hitap eden, yerli yapımlara yer veren bir stratejisi var. “Atiye”, “Bir Başkadır” gibi yapımlarla bizden hikâyeler anlatmaya çalıştı.
HBO Max ise henüz bu konuda temkinli adımlar atıyor. Belki zamanla Türkiye özelinde daha fazla yatırım yapacak. Ancak şu an sunduğu az sayıdaki iş bile, hikâye anlatımındaki kaliteyi hissettiriyor.
İşin bir de teknik tarafı var. Netflix’in algoritması, her adımımızı izliyor, neler sevdiğimizi çözüp karşımıza "tam bize göre" öneriler çıkarıyor.
HBO Max’te ise algoritmanın parıltısından çok küratörlüğün sesi var. Sanki bir arkadaşımız "bunu kesin seversin" diyormuş gibi bir hisle öneriyor içeriklerini.
Bu iki dev platform, aslında hayatın iki ayrı ritmini temsil ediyor:
Netflix, günümüzün hızlı tüketim alışkanlıklarını; HBO Max ise zaman ayırmaya değer anlatıları. Hangisi derseniz, bence bu biraz günün ruhuna bağlı.
Bazen yoğun bir günün ardından, çabucak birkaç bölüm izleyip rahatlamak istiyorum ve Netflix'e kaçıyorum.
Ama bazen, özellikle gecenin sessiz saatlerinde, bir battaniyeye sarılıp derin bir hikâyeye dalmak istiyorum; işte o zaman HBO Max’te buluyorum kendimi.
Sonuçta, ister Netflix’in renkli dünyasında kaybolalım, ister HBO Max’in seçkin hikâyelerinde yolculuğa çıkalım, önemli olan izlediğimiz hikâyede kendimizi bulabilmek.
Çünkü bazen bir dizi sadece zaman geçirmek için değil, bir parçamıza dokunmak için izlenir.
Pekii, sizin için hangisi daha yakın? Hızlı bir kahkaha mı, yoksa derin bir hikâye mi?
Seçim sizin. Ekran başında buluşmak üzere.