Son yıllarda yapılan üniversite açma atağıyla beraber adım başı üniversite oldu. Planlı bir girişim olsaydı, önce ciddi anlamda eğitim verebilecek akademisyen kadrosu oluşturulabilseydi, niceliksel artış niteliği de beraberinde getirebilirdi. Neyse, olan oldu tabii, mevcuttaki iyi üniversiteler de hem akademik anlamda daha verimsiz hale geldi hem de artan öğrenci sayısına binaen teorik eğitimler uygulamaya dönüşmedi. Bu garabet eğitim sisteminden en çok iletişim fakülteleri etkilendi. Sektöründen bihaber, popülariteye kurban edilmiş 4 yıllık meşgale alanına döndü. Hadi bu da akademinin iç problemi olsun. İletişim fakültesi mezunlarının çalışabileceği alanlarda göz önünde olan kim varsa, bilin ki okulundan mezun değil. 

Geçtiğimiz günlerde Ülker'i de içinde barındıran Yıldız Holding, Türkiye'den bir grup GAZETECİYİ aldı, İngiltere'ye götürdü, oradaki fabrikasını gezdirdi, yerli, milli ve birazcık yeşil sermayesinin geldiği son noktayı gösterdi. Bunu neredeyse her yıl yapıyormuş, gazetecileri götürüp gezdiriyormuş. Son ziyarette, İngiltere'ye götürülen GAZETECİLER birlikte poz verip sosyal medya hesaplarında paylaştı. Her cenahtan GAZETECİnin bir araya gelmesi takdire şayan bir durumdu, sonuçta güzelim İngiltere'yi gezdiler, Türkiye'ye döndüklerinde yine işlerini yapmaya devam edebilirlerdi. Bu arkadaşların ortak noktası, İletişim Fakültesi ya da gazetecilikle ilişkili herhangi bir akademik eğitim almamış olmaları. Bugün televizyonlarda 'ben gazeteciyim' diye naralar atıp kendilerinde tetikçilik yapanlar da aynı akademik eğitimden yoksun. Binlerce satan ulusal gazetelerin yönetim kadroları da bu akademik eğitimi almadı. 

Üniversitelerde gazetecilik eğitiminin ne denli yetersiz olduğunu tartışabiliriz, eğitimlerin teorinin ardından pratiğe dönemediğinden dert yanabiliriz, akademisyenlerin sektörden çok uzak kaldığını da rahatlıkla söyleyebiliriz ama gazetecilik mesleğinin bu denli ALAYLI USTALARA bırakılmasını kabul etmemeliyiz. Basın İlan Kurumu'nun kadro şartında İletişim Fakültesi zaruriyeti getirmesi, İletişim Başkanlığı'nın basın kartı verirken İletişim Fakültesi mezunlarına daha kısa bekleme süresi sunması gibi gelişmeler sorunun temeline inmemizi sağlamaktan ziyade, içi yanan birine bir bardak su faydası gösterebilir. İletişim Fakültesi'nin Gazetecilik bölümünden mezun olduktan sonra nasıl ki gidip bir yerde mühendislik yapamıyorsam, kendime öğretmenim diyemiyorsam, hastaneye gidip, "Çekilin ben doktorum" diyemiyorsam sözde kamu görevi olan gazeteciliğin de kendine ait bir formasyonu olması gerekir. Daha bugün Uluslararası İlişkiler mezunu bir GAZETECİ, yaptığı hedef haberi savunurken kamu adına görevde olduğunu dile getirdi. 

Kamu adına habercilik yapan herkes böyle bir basın kuruluşuna girip kendine gazeteci diyebiliyorsa kapatın iletişim fakültelerini. Ben de akşamları doktor, sabahları baytar olacağım. Kimbilir teamüden bevleviyeci bile olabilirim...