Gazetecilik öyle bir meslek ki, Türkiye'de nefes alan her birey, gazeteciyi eleştirebiliyor, okuduğunu ya da dinlediğini beğenmeyip tenkit edebiliyor, teknik anlamda beklentilerini emirlerle dikte ediyor ve sonunda gerçekten ne olduğunu bilmiyor. Kısa mektuplarla başlayan habercilik serüveni yaygınlaşan kültür reformlarıyla evrensel bir meslek haline gelirken pek çok değişime de uğradı. Haber yapan kişiye de günün sonunda gazeteci deniliyor. Böyle kısa ve iğrenç bir tanımın ardından günümüzde herkes kendine haberci, herkes gazeteci. Olup biteni öğrenme isteği sürekli artarken bir yandan da bu heves sonucu bahsettiğimiz kavramların içi daha boş hale geldi. Bir yanda gazeteciliğin kuramları, sosyolojik çıkarımlarla yeni bağlamlar kazanması, bir yanda iki cümleyle bilgi alma arzusu. Elbette biraz kendi topraklarımızın perspektifinden değerlendirmem gerekir: Türkiye'de gazeteci demek, kendi görüşüne yakın olan ve adına hasbelkader gazeteci diyen kişinin ne kadar sevildiğiyle alakalı. Frankfurt Okulu'nda hangi görüşler ele alınmış, yapı-söküm nedir, Gramsci, Darida vb. düşün insanları hangi savları ortaya atmış hiçbir önemi yok. Soru soran ve aldığı bilgiyi aktaran herkes gazeteci. Bir mesleğin formasyon haline gelmesi neden önemli sorusunun karşılık bulduğu mesleklerden biri olan gazetecilik artık bırakalım ayağa düşmeyi, yerin bin kat altında olsa da hala kendine gazeteci diyenler tarafından kutsallaştırılıyor. Bir de 'benim gibi düşünüyor o halde var' diyen yandan yemiş çakma Descartes'ler... Düşündüğü her şeyin doğru olduğunu kabul eden ve giderek artan bu güruh, diğer taraftan da kültür endüstrisini ele geçirerek gerçekliği yeniden yazıyor.
Gelelim yeniden günümüze; gazetecilik, söylediğini birilerine duyurabilmiş olma çabasından farklı bir meslek. Yazı yazma yeteneğine muktedir kişilerin yani neredeyse herkesin bir olayı, sözü aktarması onu tek başına bir haber haline getirmez. Olsa olsa, bilgidir. Yeni türeyen sosyal medya gazetecileri var mesela, birilerine soru sorarak cevapları aktardığı için kendisine gazeteci diyebiliyor, bu iş iyiymiş diye bir medya kuruluşunun kapısından içeri girenler ulu gazeteci oluyor, bölgesel iktidar erkleriyle iyi pazarlık yaparak güzel para koparanlar yaptıkları itibar parlatmaya gazetecilik diyebiliyor.
İzmir'de pek çok yerel gazete, internet haber sitesi yukarıda bahsettiğim saiklerle bugün "Biz mücadele ediyoruz, tarafız" gibi zırvalarla kendini gazeteci ilan ediyor. Siyasi erkten gördüğü destekle herkesten iyi olduğunu ima ediyor. İyi yönettiği halka ilişkileri gazetecilikle karıştıranlar her geçen gün daha da artıyor ve gerçekten piyasayı ele geçiriyor. Bana para veren iyi, para vermeyen öcü mantığıyla mücadele ettiğini söyleyenler daha çok itibar görüyor. Atasından dedesinden kalan gazetelerle kendini göstermekten geri durmayan sözde patronlar, o ödül senin, bu ödül benim koştururken asgari ücretin üzerinde verdiği üç kuruşla övünüyor. Kabul edelim, bir meslekte alaylı olmak da kabul görür, okullu olmak da. Nasıl ki kanundan bihaber avukat olmaz, nasıl ki sağlıktan bihaber doktor hemşire olmaz, nasıl ki alanındaki bilgiden bihaber öğretmen olmaz, icra ettiği mesleğin kuramlarından, ardalanından bihaber kişiden de gazeteci olmaz.
Bugün bu memlekette hepimiz gazeteciymişiz gibi davranıyoruz. Ekmeğimizi kazanmak için tık avcılığı yapıyoruz, söylenenleri binbir kez çarpıtarak ilgi çekmeye çalışıyoruz. Haber alma aşkıyla yanıp tutuşan halkımız da bunlara riayet ederek payını alsa da iğneyi başkasına, çuvaldızı kendimize batırmamız lazım. Medyadaki ulusal tekelleşmenin anlatılığı üniversitelerde yerellerin ne halde olduğunu bilen akademisyen olmazsa, teknikleri anlatacak tecrübeli kişiler iletişim fakültelerinde ders vermezse yeni mezun olanlar kendine gazeteci diyen alaylıların altında ezilmeye devam eder. Asıl sorun; tecrübeyi bilgiye katacak eğitimin henüz olmaması.