Bazı yıllar, sanki birer hırsız gibi gelir; sessizce, usulca, en sevdiğimiz şeyleri alır götürür. 2025 de başlar başlamaz böyle bir yıl olacağının belirtisini bize göz kırparak gösterdi. Gökyüzü, yıldızlarını birer birer topladı; her biri, yaşamlarımıza ışık tutmuş, ruhumuzu ısıtmış, bize kendimizi hatırlatmış kıymetli ruhlar… Ve işte, o yıldızlardan biri daha kaydı ufka: Edip Akbayram. Onun gür, iç titreten sesi sustu; ama o sesin bıraktığı yankı, kalbimizin en kuytu köşelerinde hâlâ çınlıyor.

Edip Akbayram, sadece bir sanatçı değildi; o, sanki bu toprakların ruhundan doğmuş bir destandı. “Aldırma Gönül” derken, sabrın en zarif halini öğretti bize; “Hasretinle Yandı Gönlüm” ile aşkın o yakıcı, sessiz çığlığını anlattı; “Güzel Günler Göreceğiz” ile umudu bir bayrak gibi dalgalandırdı yüreklerimizde. Hayat ona pek cömert davranmamıştı aslında; çocuk felcine meydan okuyarak sahnelere adım atan bu adam, zorlukların karşısında eğilmeyen bir çınar gibiydi. Yıllar geçti, sesi bazen çatladı, bazen yoruldu, ama hep o tanıdık sıcaklığı taşıdı. Ta ki 2 Mart 2025’e kadar… Çoklu organ yetmezliği, bedeniyle vedalaşmasına neden oldu; ama o, 75 yıllık ömründe bize direnci, sevgiyi ve insan olmanın ne demek olduğunu miras bıraktı. Sanki bir çınar devrildi, dalları toprağa değdi; ama kökleri hâlâ derinlerimizde, gölgesi hâlâ hatıralarımızda.

Bu yıl, başka kayıplarla da sınadı bizi. Daha birkaç ay önce, Ferdi Tayfur’un o kırık ama güçlü sesi sustuğunda, sokak lambalarının gölgesi biraz daha yalnızlaştı. Arabeskin kralı, “Huzurum Kalmadı” ile nice gecelerimize eşlik etmişti; şimdi o nağmeler, birer veda busesi gibi dudaklarımızda. Ve başka isimler… Kimisi bir şarkıyla, kimisi bir dize ile kimisi sadece bir tebessümle kazınmıştı zihinlerimize. 2025, sanki bir veda senfonisi gibi geçti üzerimizden; her notada bir hüzün, her sessizlikte bir özlem.
Romantizm, belki de tam da böyle anlarda anlam buluyor. Edip’in sesinde bir sonbahar akşamının hüznü vardı; yapraklar usulca düşerken, o bize yaşamın geçiciliğini fısıldardı. Ferdi’nin nağmelerinde ise bir gece yarısı yalnızlığı gizliydi; sokaklarda yankılanan o melankoli, kalbimizin en tenha köşelerine sızardı. Onlar, bize hayatın hem kırılgan hem dayanılmaz derecede güzel olduğunu anlattı. Şimdi, pencerenin önünde oturmuş, mart ayının puslu havasına bakarken, bir plak dönüyor sanki hayalimde. İğne usulca çiziyor geçmişi; “Gittin Gideli” çalıyor fonda ve gözlerim doluyor. Bu bir veda değil; bu, onlara duyduğumuz aşkın, özlemin ve hayranlığın sessiz bir ilanı.

2025’in kayıpları, sadece sanat dünyasını değil, içimizdeki bir parçayı da alıp götürdü. Edip Akbayram’ın sahnedeki o heybetli duruşu, gözlerindeki o derin anlam, sesindeki o eşsiz tını… Bunlar, bir kuşağın anılarına kazınmış hazinelerdi. Çocukluğumuzda radyodan yükselen sesler, gençliğimizde kasetçalarlarda dönen melodiler, olgunluğumuzda bir dost meclisinde mırıldandığımız şarkılar… Hepsi, onunla anlam bulmuştu. Ve şimdi, o sesin sahibi yok; ama o şarkılar hâlâ bizimle. Belki bir akşamüstü, bir kahve fincanının buharında; belki bir yağmur damlasının pencereye vuruşunda, Edip’in sesini duyacağız yeniden.

Bu yıl bize bir şey daha öğretti: Hayat, sevdiğimiz şeyleri korumak için çok kısa. Edip Akbayram’lar, Ferdi Tayfur’larve adını anamadığımız nice güzel ruh… Onlar, bu dünyanın geçici misafirleriydi; ama bıraktıkları izler, bir ömre bedel. 2025, belki de bize şunu fısıldıyor: Kıymetini bilin, sevin, sarılın. Çünkü bir gün, o tanıdık sesler, o bildik yüzler birer anıya dönüşecek. Ve biz, o anılara tutunarak devam edeceğiz yolumuza.

Güle güle, büyük usta Edip Akbayram. Güle güle, 2025’in kaybolan ışıkları. Sizleri romantik bir özlemle, bir bahar dalında çiçek açan hatıralarla, bir dost sohbetinde anlatılan hikâyelerle anacağız. Siz gittiniz, ama sevginiz, sanatınız, ruhunuz hep burada, bizimle. Bir mart akşamında, usulca esen rüzgârda, hâlâ sizin sesinizi duyuyorum.

Ylz der ki; Aldırma Yeliz aldırma… Hayat bu kadar kısa… Aldırma Yeliz, hayat bir anın gövdesiz yankısıdır; ne kadar çok sahiplenirsen, o kadar az senindir. Aldırma…