Uzun süredir yazılarımı takip eden okuyucularım, etimolojiye, tarihe, çocuklara ve hayvanlara olan sevgimi iyi bilir. Çünkü bunların hepsi, insan eliyle kirletilmediğinde özünde masumdur. Kelimeler, hayvanlar, çocuklar ve tarih… İnsanlardan çok bu masumlara düşkünüm. Tarih, geçmişin objektif aynasıdır; olayları yalın bir dille aktarır, yargılamaz. Çocuklar, henüz dünyanın kötülüklerinden habersiz, doğuştan saflık taşır. Hayvanlar, içgüdüleriyle yaşar; ne kin tutar ne entrika kurar. Etimoloji ise kelimelerin kökenindeki o saf doğayı, insan düşüncesinin ilk izlerini bize sunar.

Bu dört şeye olan sevgim, onların bu temizliğinden gelir. Etimoloji, tarih, çocuklar ve hayvanlar, insan eliyle kirletilmedikçe özünde masumdur. Kelimeler düşüncenin, tarih geçmişin, çocuklar geleceğin, hayvanlar ise doğanın temiz birer yansımasıdır.

Epeydir tarih üzerine yazmadığımı fark ettim. Ramazan’ın manevi havası bana Pargalı İbrahim’i hatırlattı: İftar sonrası ölüme yürüyen Pargalı… Ahhh Pargalı ahhhh…

Osmanlı’nın en görkemli dönemi, Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatıdır. Adaletin ve gücün sembolü olan Kanuni, devleti zirveye taşıdı. Ancak bu altın çağın gölgesinde, iktidarın kaygan zemini ve sadakatin sınandığı trajediler saklıydı. Pargalı İbrahim Paşa’nın hikâyesi, bu karanlık gölgelerden birisidir. 15 Mart 1536’da, Ramazan’ın bir akşamında, iftarını yaptıktan sonra dilsiz cellatlar tarafından boğularak idam edildi. Bu son yemek, tıpkı İsa’nın havarileriyle geçirdiği Son Akşam Yemeği gibi, bir güven masasının ardından gelen ihanetin sahnesiydi.

Hristiyan inancına göre, İsa o masada Judas’ın ihanetini bilse de ona yer vermiş, ekmeğini paylaşmıştı. Pargalı da Kanuni’nin en yakın dostu, sırdaşı ve sadrazamı olarak, belki ihanetin kokusunu almadan, masum bir teslimiyetle o sofraya oturmuştu. Her iki olayda da yemek masası, saflığın ve sadakatin sınandığı bir alan gibi görünürken, perde arkasında entrikalar örülüyordu. İsa için Judas’ın gümüş paralarla sattığı bir son hazırlanırken, Pargalı için Hürrem Sultan’ın soğukkanlı hamleleri aynı kaderi çizdi.

Pargalı’nın yükselişi, tarihin en çarpıcı hikâyelerinden birisidir. Bir köle olarak başlayan hayatı, zekâsı ve yeteneğiyle sadrazamlığa, hatta “serasker” unvanına kadar uzandı. Kanuni’nin güvenini kazandı; orduları yönetti, fetihlere imza attı, devletin yükünü omuzladı. Ancak “Bu devleti ben idare ediyorum” dediğinde, belki de farkında olmadan kendi sonunu hazırladı. İktidar paylaşılmazdı; Kanuni’nin gözünde Pargalı’nın gölgesi bir tehdit hâline geldi. Tıpkı İsa’nın masasında Judas’ın varlığının bir tehlike olarak görülmesi gibi, Pargalı’nın yükselişi de sarayda kıskançlık ve korku uyandırdı.

Tarihçiler, idamında Hürrem Sultan’ın parmağı olduğunu söyler. Cariyelikten valide sultanlığa uzanan Hürrem, zekâsı ve manipülasyon yeteneğiyle oğulları Selim ve Bayezid’i tahta çıkarmak için Pargalı’yı rakip gördü ve saf dışı bıraktı. Bu, Judas’ın İsa’yı birkaç gümüş paraya satmasına benzer bir çıkar oyunuydu. Her iki hikâyede de perde arkasındaki aktörler Judas ve Yahudi din adamları, Hürrem ve entrikaları masumiyeti kişisel hırslarla yok etti.

Pargalı, Kanuni’ye sadakatle hizmet etmiş bir masum olarak, tıpkı İsa gibi, haksız bir sona kurban gitti. “İhanet her çağda pusudadır; sadakat ise nadiren galip gelir.”

Bu trajedinin bir başka perdesi, 1553’te Şehzade Mustafa’nın idamıdır. Halkın ve ordunun sevgilisi, tahtın doğal varisi Mustafa, Pargalı tarafından da destekleniyordu. Bu durum, Hürrem’in planlarına ters düştü. Mustafa’yı da ortadan kaldırarak oğullarını güvenceye almak isteyen Hürrem, Kanuni’yi ikna etti. Mustafa’nın babasının emriyle çadırında boğulması, Hürrem’in zaferi gibi görünse de, bu olay Osmanlı’da derin bir yara açtı. Halk, Mustafa’yı kahraman saydı; Yeniçeriler isyan bayrağı çekti; Kanuni ise “zalim” sıfatıyla anılmaya başlandı.

İsa’nın çarmıha gerilmesi gibi, Mustafa’nın idamı da bir masumun haksız yere kurban edilmesiydi. İsa’nın ölümü, insanlık için bir kurtuluş ve yeniden doğuş anlatısına dönüşürken, Pargalı ve Mustafa’nın ölümleri Osmanlı’nın ruhunda kırılmalar yarattı, hanedanın meşruiyetini sorgulattı. Hürrem kısa vadede kazandı, ama uzun vadede bu kararlar devletin temelinde sarsıntılar doğurdu.

Siyasetin kuralları acımasızdır. Kanuni, dostu İbrahim’i bir gecede, oğlu Mustafa’yı ise kendi emriyle feda etti. İsa’yı ele veren Judas gibi, Kanuni’nin çevresindeki entrikalar da sadakati gölgede bıraktı. Perde arkasında Hürrem sahneyi yönlendirdi; onun soğukkanlı hamleleri tarihin akışını değiştirdi. Pargalı’nın boğazına dolanan ip, Mustafa’nın çadırdaki feryadı, Hürrem’in planları, tıpkı İsa’nın çarmıha giden yolunda Judas’ın adımları gibi, iktidarın kırılganlığını ve acımasızlığını gözler önüne serer.

Bugün bile bu dinamikler geçerlidir: Liderler müttefiklerini bir anda harcar, perde arkasındaki aktörler kararları şekillendirir.

Her iki hikâye, masumiyetin güç karşısında nasıl yitip gittiğini anlatır. İsa, günahsızlığın sembolü olarak insanlık için kendini feda etti; Pargalı ise sadakatiyle yükselip haksız bir sona kurban gitti. İsa’nın Son Akşam Yemeği bir inancın temelini atarken, Pargalı’nın son iftarı Osmanlı’da bir kırılma yarattı. Gücün masumiyeti yuttuğu bu anlatılar, bize yalnızca geçmişi değil, bugünü de anlamanın anahtarını sunar: İhanet her çağda pusudadır; sadakat ise nadiren galip gelir.

Tarih, zafer kadar trajedidir; masumiyetin hatırası ise geride kalanlara bir ayna tutar, bize insanlığın hem yüceliğini hem de çaresizliğini hatırlatır.

Demiştim ya! Kirletilmediği sürece çocuklar, kelimeler, tarih ve hayvanlar masumdur…