Ve bizim sokağın gölgesinden yansıyan kadim bir karanlık…

Geçen sabah mahalle bakkalının önünde bir adam, kahvesini yudumlarken yere tükürdü. Yanındaki arkadaşıyla yüksek sesle konuşup gülüştüler. Tam o sırada yaşlı bir kadın, zorlanarak yürüyordu yanlarından. Adam ne yol verdi ne de yaptığı hareketten utandı. Hatta geri çekilip aynı hareketi bir kez daha yaptı.

O an içimden geçen cümle kelimelere dökülmeden boğazımda düğümlendi:

“Bu kadar da körlük olur mu?”

Ama sonra düşündüm. Bu yalnızca körlük değil, bir tür direnç...

İyiliğe karşı, düzene karşı, ortak yaşamın sorumluluğuna karşı bir direnç. Adına ister kabalık deyin, ister cehalet. Benim için en doğru kelime: Aptallık. Bu kelime çoğu zaman hafif bir küçümsemeyle, dudak büken bir tonla kullanılır. Ama aslında çok daha derin, çok daha tehlikeli bir şeyi işaret eder. İtalyan tarihçi/ekonomist Carlo M. Cipolla, bu tehlikeyi yıllar önce fark etti ve insanlık tarihine not düştü: “İnsan Aptallığının Temel Yasaları.”

Cipolla’ya göre, aptal insan; kendi hayatına hiçbir fayda sağlamayan, üstelik başkalarının hayatına da sürekli zarar veren kişidir. Bu tanım, kazara hata yapan biriyle karıştırılmamalı. Bu, ne yaptığını fark etmeyen ama yaptıklarıyla toplumsal çöküşe katkı sunan kişidir.

Sokağa tüküren adam sadece yere değil, ortak yaşam kültürünün üzerine tükürüyor.

Apartmanda gece yarısı matkapla duvar delen komşu, durakta sıraya girmeyen, trafikte emniyet şeridinden son gaz geçen sürücü... Hepsi aynı karanlığın farklı yüzleri.

Aptallık; eğitimle, unvanla, yaşla açıklanamaz.

Bir profesör de olabilir, bir eğitmen, bir vekil ve hatta bir köşe yazarı da. Çünkü Cipolla’nın altını çizdiği gibi: Aptallık, zekâyla ters orantılı değildir. Zekâ, bazen sadece daha karmaşık bir aptallık üretir.

Dahası, biz bu insanları çoğu zaman hafife alırız.

“Ne olacak ki” der geçeriz.

Ama işte o geçiş, aptallığın büyüdüğü andır. Çünkü aptallığın en güçlü yanı, görünmezliğidir. Her yerde olur ama fark edilmez. Ve en büyük zararı da bu yüzden verir.

Cipolla, insanları dört gruba ayırır:

Kimi sizinle birlikteyken sizi güçlendirir.

Kimi sizden bir şey alır ama karşılığında bir şey bırakır.

Kimi safça kendi zararına size fayda sağlar.

Ama aptal öyle değildir.

Aptal, hem sizden bir şey alır hem de kendini batırır. Ve siz, hiçbir kazanç elde etmeden yalnızca zararla baş başa kalırsınız. Bu yüzden aptallık, ahlaki düşkünlükten bile daha tehlikelidir. Bir hırsızın niyeti bellidir; alır ve gider. Ama bir aptalın ne yönü vardır ne de amacı. O sadece yıkar. Ve bunu yaparken farkında bile değildir.

Sokakta gördüğümüz o adamın bakışıyla başlayan hikâye, Cipolla’nın aynasında evrensel bir soruna dönüşür: Toplumun ruhunu kemiren görünmez bir salgın: aptallık.

Mesele, birini “aptal” diye yaftalamak değil.

Mesele, bu davranış kalıplarını tanıyıp tanımadığımız.

Onlara karşı ses çıkarıp çıkarmadığımız.

Ve en önemlisi:  Kendimizde bu eğilimleri gördüğümüzde ne yaptığımız. Çünkü hiçbirimiz aptallıktan tamamen muaf değiliz. Bazen susarak, bazen “boş ver” diyerek, bazen de konfor alanımızı terk etmeyerek… O karanlığa biz de bir taş koyabiliyoruz.

Bu yüzden sevgili okur, bir gün birinin davranışına öfkelenip “aptallık bu!” dediğinizde…

Kendinize de küçük bir soru sorun:

“Ben nerede sustum?”

“Neyi görmezden geldim?”

Çünkü aptallık insanlığın evrensel mirasıysa,

Onunla yüzleşmek de insan olmanın en büyük sorumluluğudur.