İnsanlar gerçekten rasyonel mi? Yoksa inanmak istediğimize mi inanıyoruz? Günlük hayatta sık sık karşılaştığımız bu sorunun cevabı sandığımız kadar net değil.

Bize sık sık “insan akıllı bir varlıktır” denir. Kararlarımızı mantık çerçevesinde veririz, elimizdeki verileri değerlendiririz ve en makul olanı seçeriz… Öyle mi gerçekten? Peki ya inançlarımız? Sadece dini anlamda değil; politik görüşlerimiz, kişisel değerlerimiz, alışkanlıklarımız, hatta kahve mi çay mı sevdiğimiz bile bir çeşit inanç değil mi?

Daniel Kahneman ve Amos Tversky gibi davranışsal ekonomi alanında devrim yaratan bilim insanları, insanların aslında pek de rasyonel karar vericiler olmadığını gösterdi. Örneğin, Nobel ödüllü Kahneman’ın araştırmalarına göre, çoğu zaman hızlı ve sezgisel kararlar alıyoruz. Bunu yaparken de elimizdeki verileri değil, önceki inançlarımızı ve içgüdülerimizi kullanıyoruz.

Başka bir örnek: Dünya genelinde yapılan anketlerde insanlar genellikle “rasyonel bir birey” olduklarını düşünüyor. Ancak, aynı kişilerden kendi kararlarını açıklamaları istendiğinde, çoğu zaman çelişkili ve önyargılı yanıtlar veriyorlar. Peki, bu neden böyle?

İnançlar, karar vermeyi kolaylaştırır. Beynimiz karmaşık bilgileri işlemeyi pek sevmez. Bir şeye zaten inanıyorsak, onun doğruluğunu kanıtlamak için delil ararız (buna “onay yanlılığı” denir). Yanlış olabileceğimizi kabul etmek ise büyük bir zihinsel yük getirir ve psikolojik olarak rahatsız edicidir.

Bunun günlük hayatta sayısız örneği var:

Bir futbol taraftarı kendi takımının lehine olmayan hakem kararlarını kabul etmekte zorlanır.

Politik görüşümüzü destekleyen haber kaynaklarını okumayı tercih ederiz.

Çalıştığımız işin gerçekten “iyi” bir iş olduğunu düşünmek isteriz, çünkü aksi halde yanlış bir seçim yaptığımızı kabul etmemiz gerekir.

Kısacası, çoğu zaman rasyonelliğe değil, kendi inançlarımıza tutunuruz.

Harvard Üniversitesi'nde yapılan bir çalışmaya göre, insanlar mantıklı analiz yapmaları gereken durumlarda bile yüzde 70 oranında sezgilerine güveniyor. Yani, istatistikleri okumak ve verileri analiz etmek yerine, “içimden böyle geliyor” diyerek karar veriyoruz.

Başka bir örnek, ABD’de yapılan bir araştırmaya göre, bilimsel gerçeklere dayalı bilgileri sunmamıza rağmen, insanların yüzde 40’ı yanlış bir inancı değiştirmekte zorlanıyor. Yani verileri göstermek her zaman insanları ikna etmiyor. Çünkü inançlar, akıl yürütmenin önüne geçebiliyor.

İnsanlar rasyonel olmayı sever, ama inanmaktan daha fazla hoşlanır. Mantıklı düşünmek, verileri analiz etmek zor ve yorucudur. Oysa bir şeye inanmak rahatlatıcıdır, kesinlik hissi verir.

Bu durumda, hepimiz irrasyonel miyiz? Hayır. Ama rasyonelliği kullanmak için özel bir çaba göstermek gerekiyor. Bir fikri savunmadan önce, gerçekten doğru olup olmadığını sorgulamak, kendimizi yanlış çıkarmaya gönüllü olmak gerekiyor.