Dünya jeopolitik gerilimlerden ekolojik dönüşümlere, yeni ticaret yollarından dijital gelişmelere büyük bir dönüşüm yaşamaktadır. Bu hengamede insan da savrulmaktadır. Birey ve aile olarak yaşanan gelişmeler herkes için köklü kararların başlangıcına da dönüşebilmektedir. Büyük aileden çekirdek aileye evrilen hep bir arada yaşanan ortamlar bir çözülme ile karşı karşıyadır. Şimdilik ekonomik zorluklar bu süreci bir müddet daha ertelemiş görünmektedir. Ancak imkanlar doğrultusunda tek başına hayatlara daha fazla bir meyil söz konusudur. Firmalar da bu değişimden payını almaktadır, üretim ve çalışma sistemleri, kullanılan teknolojiler, satış ve finansman yöntemleri de bir başkalaşımın içerisindedir.

Bu durum bütün gelişmiş dünyanın sorunudur. Türkiye bu değişimleri kavradığı ölçüde bu yeniliklere uyum sağlayacaktır. Ekonomilerin içine düştüğü hep büyüme eğilimi artık başka tartışmaları da tetiklemektedir. Sürekli büyümenin de bir sonu var mıdır? Büyüme ve tüketimin doğal sonucu olarak ilk zamanlar çöp yığınları ile başlayan atık sorunu, sonrasında vahşi depolamaya ve artık geri dönüşüm ve döngüsel ekonomiye doğru değişmektedir. 

Sıklıkla ifade edilen sosyal, siyasal, ekonomik dönüşümlere yeni eklenen parça bütün süreci etkilemektedir: Bu da ekolojik dönüşümdür. Her faaliyetin yeryüzü ve atmosfer üzerinde bıraktığı ayak izi kabul edilebilir sınırları da aşmış bulunmaktadır. Bir tür, bir üst kata çıkarken kullanılan merdivenin oraya çıktıktan sonra çekilip, başkasının çıkmasına izin verilmemesi gibi bir durum da söz konusudur.  

Gelişmiş ülkelerin yarattıkları çevre tahribatları, yok ettikleri ekolojik sistem karşılığı yakaladıkları teknolojik ve gelişmişlik seviyesi sonrakiler için problem olmaya başlamıştır. İklim krizi de bunun bir sonucudur, solunan havanın kalitesi de… Buna insanın müdahil olduğu alanlarda yok ettiği çevre ve canlı türlerine girmedik bile. Bunun bir sonraki aşamasında yok edilen canlı türleri ile başka bir tehditler de oluşabilecektir. 

Ekonomi ve ekoloji derken aslında tek bir kök kelimeye gidilmektedir: “Oikos”.  Kelime, Yunanca’da ev anlamına gelmektedir. Şimdi Ekoloji derken bir “yaşam alanından, ortamdan ve bir evrenden söz etmek mümkündür” Ekonomi ise daha çok ‘evin yönetimidir.’ Evin çekip çevirilmesi, evin içi ve dışı ile bir dengenin kurulması söz konusudur.  Bu durumda daha pasif ve edilgen durumdaki ekolojinin, kendine alan açmaya çalışan ve varlığını çevreyi araçsallaştırarak sürdürmeye çalışan aktif ekonomi karşısında çaresiz kaldığını söyleyebiliriz. 

Ormanları yok ederek, tarım alanlarını imara açarak, vahşi sulama ile suyu azaltarak gerçekleştirilen bir ekonomik büyümenin hiç mi bir bedeli olmayacaktır. Şehrin etrafındaki tarım alanlarına giren sanayi tesisleri, ardından konutlar ve son olarak yolların da kullandığı alanlar göz önüne alındığında insanlık kendi elleriyle kendi çaresiz ekosistemini yok etmektedir. Solunan havadan içilen suya dokunamaz ve soluyamaz hale gelinen en temel hayat unsurları yok edilmektedir. Bunu bugünkü insanların refah ve mutluluğu adına, kendi zenginliğimiz adına yapmaktayız ama ufukta “kara” göründü. 

Doğal gaz kullanımları ile nispeten azalan hava kirliliğinin önüne geçsek de suyu kaybetmek üzereyiz. Su kirliliğine şimdi su kıtlığı da eklenmiş durumda. Bunun farklı nedenleri şüphesiz olabilir. Ancak yeraltı sularının çekilmeye başlaması, önceden 3-5 metrelerden ulaşılan suyun 100-150 metre derinliklere inmesini henüz anlayabilmiş değiliz. Büyüme adına birlikte yok ettiğimiz bir çevre felaketinin eşiğindeyiz. 

Geleceğin güçlü ve büyük Türkiye’sinden söz etmek için ekoloji ve ekonomi dengesine odaklanmak ve bunu sağlamak zorundayız. “Bırakınız imara açsınlar, bırakınız sanayi tesisi yapıp geçsinler” dediğimiz noktadayız. Bu anlayış belki bugüne bir miktar fayda sağlayabilir; para kazanılır, tarlalar daha iyi para eder, ancak yarınlar ve bizden sonraki nesiller için “yaşanmaz” bir alan bırakmaya dönük politikalar kabul edilemezdir. 

Anlayış, kültür ve felsefeyi bilimin temel önermeleriyle eşleştirerek bir mutabakat oluşturulması esas olmalıdır. Yenilik iktisadı ile yenileşim arasındaki dengenin kurulması hayati bir konudur. Sektörlerin kullandığı hammaddeden enerji ihtiyacına kadar, karbon salımına neden olmayan doğal ekosistemleri ve biyoçeşitliliği koruyacak; doğayla uyumlu, yenilenebilir alternatiflere odaklanmak şart görünmektedir.