Ön seçim, siyasetin dinamizmi olarak 1960’lı yıllara damgasını vurmuştu.

Parti üyesi, seçimle delegeyi seçiyor, delege de adayı belirliyordu.

Belediye başkan adayını, meclis adayını ve o zamanki varlığıyla İl Genel Meclisi adayını.

Sistem böyle işletildiğinde memnuniyetsizlik ortadan kalkıyor, aday belirlemede “İki dudak arasından çıkacak” isim yerine herkesin içine sindirdiği bir tablo ortaya çıkıyordu.

Ön seçim sistemi, zamanla sulandırıldı.

Şöyle ki:

Partiler, belli güçlerin kümelendiği örgütler haline geldi. Hangisi güçlü ise, o partisine daha çok üye yapıyor, gücünü koruyarak ön seçimde etkili oluyordu.

Sonuçta, “İki dudak arasından çıkan isim” aranır hale gelmişti. 

Ve fazla beklenmeden yeniden devreye girdi.

CHP, şimdi farklı kulvarlarda ön seçim uygulaması yapıyor ama esas mahalli seçimlerde es geçiyor.

Ön seçim, gerçekten partiye bir dinamizm kazandırır. Kapalı kapılar ardında aday belirleme ihtimalini ortadan kıldırır. Partiyi kaynaştırır. Demokratik bir uygulamadır ve kaliteyi de getirir.

Ama o günlere dönülür mü?

Bu tablo ile hayır. Partiler, belli güçlerin tahakkümünden kurtulmadıkça uygulanmaz, uygulanamaz. Nitelikli insanların siyasete girmesi, ön seçim sistemi sayesinde olmuştur. Kalitenin bu hale gelmesinin tek nedeni de askıya alınmasıdır.

Hastane sevklerine dikkat

Örnekleri son günlerde giderek çoğalıyor.

Diyelim ki, vatandaşın sağlık sorunu var ve en yakın devlet hastanesinin aciline başvuruyor.

Hastaya burada bakan uzman doktor yoksa, ambulansla artık kimliği ayyuka çıkmış bir özel hastaneye sevk ediliyor.

Buradan giriş yine acilden yapılıyor ve tedavi sonrasında vatandaşa yüklü bir fatura çıkarılıyor.

Özel hastaneye sevki sırasında fikri sorulmayan hasta, giriş acilden yapılmasına rağmen para ödeyeme mecbur ediliyor.

Oysa devlet olsun, özel olsun tüm hastanelerin acilden girişinde ücret alınmaz ve acildeki tedavi de parasızdır.

Vatandaş, diyelim ki kendine geldi, uyandı; ödediği para karşılığında açıklamalı bir belge istiyor.

Vermiyorlar.

Sadece kuru bir makbuz uzatıyorlar.

Böyle bir uygulamanın, sağlıklı bir sağlık sistemimizin olmamasından kaynaklandığı ortada.

Çözümü de yok. 

Sebep malum.

İki haber

Duyduğuma göre; Milli Eğitim bakanlığı, en geç bir yıl sonra yapay zekayı eğitim müfredatına sokacak bir formül arayışı içindeymiş.

Yapay zekanın, tıpkı hızlı okuma tekniği gibi öğrencide zaman kaybını önleyecek bir unsur olduğu fikri artık ağır basıyormuş.

Yine duyduğuma göre; İçişleri Bakanlığı, yapay zekayı siber suçlar kapsamına alacak bir çalışma içindeymiş. Doğrudan kendisini değil ama kötü kullanımını içeren bu önlem, yapay zekayı hizaya getirecek bir nitelik içeriyormuş.

İkisine de okey.

Çünkü kurtuluş da, kaçış da yok.