Buca Belediyesi’nde uzman olarak görev yapan Özlem Koç, bu defa, meraklılarını, Bucalılar Kültür ve Dayanışma Derneği’nde aşk üzerine uzmanlaşmış bir isimle buluşturdu.
Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Engin Bal, “Aşkın Doğuşu” kitabı, dört ayrı çevirmen tarafından ayrı ayrı Türkçeleştirilip yayınlanan ve kendini “Aşkın Filozofu” olarak tanıtan Stendhal’in aşka dair derin ve felsefi düşüncelerini izleyenlere usta bir dille aktardı. Estetik ve Sanat Felsefesi, Varoluş Felsefesi, Varlık Felsefesi ve Çağdaş Felsefe gibi alanlarda derinleşen Prof.Dr. Bal, İstanbul Üniversitesi çıkışlı…
Yine öğrendik ki, aşk bizim bildiğimiz gibi bir şey değilmiş.
Kitabının ön sözünde, “Aşkı ilahi bir şey sananlar, hemen bu kitabın kapağını kapatsın” diyen Stendhal, Metin Bal’ın anlatımıyla bakalım aşk hakkında neler söylemiş:
.Yaşamdan tat alamamak ölümdür. Hepimiz aşkın kahramanıyız.
. Aşkın tarihi yoktur. Hiçbir aşk, sonraki aşka katkıda bulunmaz.
.Aşk, kristalizasyondur.
.Aşk gençleştirir.
.Aşkı tarif edecek bir kelime bilmiyorum.
.Büyük yazarların ve sanatçıların özel hayatı yoktur.
.Aşk neredeyse orada bir olay olmalı.
.Tanrı aşka kördür.
.Aşkın izlenecek bir kılavuzu yoktur. Kılavuz dediğiniz şeyle aşk yürümez.
.Aşkı denemenin hiçbir faydası yoktur.
. Aşık kördür. Başkasının gözleriyle bakar.
.Tanrı aşka muhtaçtır.
.İster aşık olun ister şair ya da yazar. Aşk üzerine düşününce ve yazınca, sözcükleriniz her zaman yersiz kalacak. Aşk hakkındaki tüm ifadeler, korku salarak bizi kendi içine alan ‘bir iç çekiş’ olarak kalır.
.Sevgiliden dost olmaz. ‘Bir aşığın hayatında dosta yer yoktur’
Keyifli sohbette izleyenlerin sorularını da cevaplayan Prof. Dr. Bal, bu arada Bucalı besteci Mustafa Töngemen’in “Gel Gönlümü Yerden Yere Vurma Güzel” şarkısının aşka hizmet eden bir çalışma olduğunu da sözlerine ekledi.
İnönü’yü bir kere daha anarken
İzmir doğumlu bir siyasetçi ve asker olan İsmet İnönü’yü, geçtiğimiz ay sonunda ölüm yıldönümü dolayısıyla bir kere daha andık.
İnönü, eşsiz bir yurtsever olmasına rağmen çok da eleştirilmiştir. Ve bu eleştirilerin çoğu da bilgi eksikliğine dayanır.
12 Ada’nın Yunanlara verilmesi, Atatürk’ün ölümünden sonra kendi fotoğrafının bulunduğu paranın basılması, Atatürk’le fikir ayrılığı yaşadığı gibi konular, çokça konuşulmuştur.
Ancak bu sorulara İnönü değil, başkaları cevap verdiği için hepsi de birileri tarafından günümüze taşınmıştır.
12 Ada’nın Yunanlılara verilmesinin bir strateji zorunluluğu olduğu, banknotlara kendi fotoğraflarını, o günlerde Amerika’dan basılı olarak gelen kağıt paraları taşıyan geminin batması sonucu bu paraların denize savrulmasının gerektirdiği bir tedbir ve Atatürk’le fikir ayrılığının doğal olabileceği konuları, ne yazık ki hep gündemde kalacaktır.
Adnan Menderes ve arkadaşlarının idamına engel olmadığı iddiası da tamamen Milli Birlik Komitesi ve o yılların ünlü bazı Anayasa profesörlerinin buna imkan tanımayışlarının sonucudur. İnönü ve Menderes’in siyaseten zıt olsalar da sıkça birbirlerini evlerinde ziyaret ettiklerini, karşılıklı Courvasier VS içtiklerini, 1950’li yılların İçişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu’nun ağzından çok kereler dinlemişimdir.
İnönü ile ilgili en ilginç iddia ‘Asker kaçağı’ olduğu iddiasıdır ve bunun sözde belgesinde İnönü’nün askeri kıyafetle çekilmiş fotoğrafı yer alır.
Biz, kendine has bir toplumuz. Kimseye benzemeyiz. Bize hizmet edenleri bile kıskanırız.
Emeklinin de ‘Umut hakkı’ olabilir mi?
Yıllar sonra yeniden gündeme taşınan ‘Umut hakkı’, aslında ömür boyu hüküm giymiş mahkumların, günün birinde af edilebilme umudunu içeren bir sözdü.
Şimdilerde “Bebek Katili” için kullanılıyor ama bu terim, “Ömür boyu yoksulluğa mahkum edilmiş” emekliler için daha geçerli değil mi?
Bunu gündeme taşıyacak olanların tuzu kuru olduğu için yaprak kıpırdamıyor, umut hakkı, emeklinin bir güzel uyutulduğu ahir ömründe bir hoş seda olup kalıyor.