Biri gidiyor, diğeri geliyor.
Bunlar da bir gün devlete ceberrut olacak; kimsenin umurunda değil.
FETÖ, gücünü paraya dönüştürmesini iyi becermişti ve bu sayede o kadar haltı işlemeyi başarmıştı.
Onlar gitti, şimdi Menzil’ciler geldi. “Zenginler tarikati” olarak biliniyor ve ikide bir de “Serveti, Koç’tan daha fazla” gibi laflar ediliyor.
Edinilmesi soru işaretleriyle dolu bu servetin, yarın bir belaya dönüşmesi hiç mi akıllara gelmiyor?
Eskiden bütün illerden olduğu gibi İzmir’den de her gece Adıyaman’a özel otobüsler kalkardı. Bu otobüsler, o zamanki lider Muhammed Raşid Erol’un elini öpmeye gidenlerle doluydu ve bu bir “Keramet” olarak nitelendiği için gidenler, peşlerinde hediyeler de götürürlerdi.
Altınlar, gümüşler, hele gıcır gıcır dolarlar pek de makbule geçerdi. İddiaya göre, dolarları saymak için iki kişi görevlendiriyordu.
Yerine geçen Seyyid Muhammed Saki Haşimi, elbette bu geleneği sürdürüyor ve bu kaynağın tükenmesini istemiyor.
Adamlar Türk ama isimlere bakın; sanki Suudi.
Adamlar Türk ama Suudi’ler gibi giyiniyor.
Adamlar Türk ama Suudi’ler gibi yaşıyor.
Yıllarca “Hangi akla hizmet” ettiklerini bilmediğimiz bir yaşam sürmüşler ve nice devlet adamını, siyasetçiyi içlerine katmışlar.
Bu ülkenin gerçek sahipleri, yarını görenler, aydınlar, hak hukuk peşinde olanlar, nasıl oluyor da bu tabloya izin veriyor?
Nasıl oluyor da, ortada bir FETÖ gerçeği varken bir çekince yaşamıyor, hayret.

Bizde sendikacılık

Gözlemim o ki, Türkiye’de sendikacılık, özellikle 1960’lı yıllardan sonra bir meslek haline getirildi.
Artık Seyfi Demirsoy döneminin sendikacılığı yapılmıyor.
İsteklerin hep tek taraflı dillendirilip diretildiği, ortayı bulma, karşı tarafı yaşatma gibi aslında “vicdan” ve “mantık” gibi duyguları da içermesi gereken tavırların üretilmediği örneklerin bol olduğu bir sendikacılık gözleniyor.
Bu tablo, o kötü örneklerin eseridir ve tabii bu, gerçek sendikacıları ve onların yaptıklarını asla kapsamaz.
Hatırlıyorum ve hiç de unutmuyorum:
1980 öncesi anarşi olayları sırasında TARİŞ’e ait Çiğli İplik Fabrikası’ndaki makinaları balyozlarla parçalayan o gafil işçiler, Aziz Kocaoğlu döneminde önceden haber vermeden saat 22.00’de grev yapıp otobüsleri çalıştırmayan şoförler de sendikacılığın hep yüz karası oldular. O gece 18 yaşındaki bir kızın durakta ağlayarak “Ben şimdi nasıl eve gideceğim?” diye ağladığına şahit olduğumda bu adamların ertesi gün cezalarının verileceğini sanmıştım ama nerdeee…
Bugün Türkiye’nin her zamankinden daha çok dürüst, vatanını seven, işçisinin yanında ve “Ağa olma” hevesinden uzak sendikacılara ihtiyacı vardır. İşçinin hakkını ararken yakıp yıkmayan bir zihniyeti de içinde barındıran sendikacılar, aslında ülkenin sosyal zenginliğini de oluşturma fırsatını kullanmış olurlar.
Böyle bir geleneğin -üstten gelen zorlamalara rağmen- yavaş da olsa oluşmaya başladığını, ancak hala Seyfi Demirsoy düzeyine gelmediğini görüyorum. Ve sendikacılığa soyunan her işçinin de bu efsane adamın hayatını incelemesini, araştırmasını öneriyorum.

Böyle başlıyor

Lamı cimi yok.
Kimse kalkıp inkar etmesin.
Bağımlılıkta rekora gidiyoruz.
Avrupa Birliği’ne uyacağız diye, belli bir miktara evet diyen irade, özellikle okul önlerine çöreklenen sözde esnafın, sandviçin içine alışkanlık oluşturan o zehirleri koymadığını asla inkar edemez.
Geleceğimiz kararıyor, gençlerimiz, çocuklarımız risk altında.
Ama kimin umurunda?
 

Çarşamba'yı sel aldı. Yine altyapı sınıfta kaldı!
***
Diyojen yaşasaydı bugün elinde fenerle öküz altında buzağı arardı!
***
“Ama yol yaptılar” diyenlere tek bir şey soracağım. Peki sonra neden yoldan çıktılar!
***
Amasya İl Göç İdaresi yetkilileri, Amasya'da bulunan yabancı sığınmacıları evlerinde ziyaret ederek okul çağındaki çocuklara kırtasiye malzemeleri hediye etmiş. Acaba ailecek Suriye vatandaşı olup yurda geri mi dönsek?