Tüm görkemi ile ağır adımlarla ilerliyordu, avına yaklaştı belli ki karnı acıkmıştı. Kendi türünden birine rastlarım diye sağa sola bakındı. Tanıdık kimse yoktu. Hedefine kilitlendi, toplanmış kuş sürülerinden birkaçını yakalayabilirse bugünlük karnı doyacaktı. Bilmediği birkaç şeyden biriydi; türünün son üyesi olduğu ve onun kuşları avlamayı beklediği gibi onu avlamayı bekleyen birinin de onu gözetlediği…  Önce kulakları delip geçercesine bir ses duydu, sonra tarifsiz bir acı ve sıcak kan kokusu…
Nesli tükendi! 
O açtı, insanoğlu açgözlü,
O ihtiyacı olan kadarını alırdı, insanoğlu ihtiyacından fazlasını,
O kardeşçe tüm canlılar ile yaşayabilirdi, insanoğlu dünyayı sadece kendisine ait sanıyordu,
O tükendi, insanoğlunun acımazlığı tükenmedi.
Anadolu Parsı (Leoparı) güçlü bir canlı olmasına rağmen insanoğlunun acımasızlığı karşısında kendini koruyamayan, nesli tükenen canlılar arasında yer alıyordu.
Yarım asırdan uzunca bir süreden sonra gelen güzel bir haber birlikte yaşamayı becerebilenleri sevindirdi. Çünkü birlikte yaşamayı becerebileneler bilirlerdi; “Hayvan” canlı olan şey demek. Kendisi de bir hayvandı canlı olmaktan mütevellit.
Öldürdüğü Anadolu Leoparının kürkünü giydiği için “Mantolu Hasan” olarak anılan, kendi ölüp gitse de nesli tükenmeyen vicdansızısın yani Hasan Bele’nin en az 15 Anadolu parsını avladığı biliniyor...
Vakti zamanında gladyatör dövüşleri için yakalanıp öldürülmek üzere Anadolu’dan Avrupa’ya gönderilen, muhteşem güzelliği ile sadece Anadolu’ya özgü olan Anadolu Parsı yıllar sonra termal kameralar ile görüntülendi. Bu sevindirici haber sonrasında Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hemen koruma kararı alındı. Silahla vurularak yâda zehirlenerek öldürülen nesli tüketilmeye çalışılan görkemli Anadolu parsını öldürmenin cezası olsa da insanoğlunun acımasızlığı bu güzel ve görkemli hayvanın yaşamasına izin verecek mi merak ediyorum. Kendi yaşam alanı içerisinde kimseye zararı olmadan yaşayan bu hayvanın insanın bencilliği karşısında ne kadar dayanabileceğini de…
İnsanoğlu: acımazsızdı, bencildi, duygusuzdu. Yusuf hocam sen hariç! Yusuf hocamdan bahsetmek istiyorum size. Yusuf Memoğlu, Bornova Anadolu Lisesinde müdür yardımcısı olarak görev yapıyor. Aslen Karadenizli. Onu, ilk gördüğünüzde biraz korkuyorsunuz. Heybetinden midir, mesafeli duruşundan mı bilinmez… Ama tanıdıkça iyi insanların var olduğuna şükrediyorsunuz. Zeus ile tanıştığınızda ise o kocaman cüsseli, heybetli bakışların altında yatan vicdan sizi utandırıyor. Yusuf hocam ve Zeus’un hikâyesi oldukça ilginç.  Zeus 12 yıldır Yusuf hocam ile birlikte. Yaşadığı hastalıktan kaynaklı yerinden kalkamıyor, felç!
 Zeus, sadece gözlerini oynatabiliyor ve arada mırıldanıyor. On iki yıldır nereye gitse bebek gibi kucağında taşıyor Yusuf Hoca Zeus’u. “O olmadan asla!” diyor. “Nefesim yettiği yere kadar benimle olacak” diye de ekliyor. Yusuf öğretmenim okey oynarken yanı başındaki minderde Zeus olan biteni izliyordu. Arada taşlara arada Zeus’a bakıp, Zeus’u minderin üzerinden alıp yere koydu. Neden öyle yaptığını sorduğumda ise “Hava sıcak minder terletmiştir” dedi.  İnsanın vicdanı heybeti olsundu. 
Tolstoy’un dediği gibi; “Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan, insansın”
 Katledilen hayvanlar gibi, tecavüze uğrayan çocuklar gibi, şehit anneleri, kesilen ağaçlar gibi.